Metin Özer
Zoraki ittifak
Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn ve Suudi Arabistan’ın öncülüğünde Katar’a yönelik başlatılan abluka, geçtiğimiz 5 Ağustos günü tam ikinci ayını doldururken, Ortadoğu ilginç gelişmelere sahne olmaya devam ediyor. Özellikle, ablukanın gerekçelerinden biri olarak gösterilen Hamas’ın merkezinde yer aldığı gelişmeler bunlar.
Katar kuşatmasının başlangıcıyla hemen aynı günlerde, Hamas’ın Gazze’deki yeni lideri Yahya Sinvâr liderliğinde bir resmi heyetin Mısır’ı ziyaret ettiği haberi geldi ilk önce. Hamas-Mısır temasları zaman zaman gerçekleştiğinden, bu ziyaretin ‘rutin’ olduğu düşünülmüştü. Ancak hemen ardından basına sızan bazı bilgiler, Hamas’la Muhammed Dahlan arasında kapsamlı bir anlaşmaya varıldığını ortaya koydu. Bu, Sinvâr’ın, anlaşmayla ilgili son rötuşları tartışmak üzere Kahire’ye gitmiş olduğu anlamına geliyordu.
Artık tarafların kamuoyuna da çoktan deklare etmiş bulunduğu söz konusu uzlaşma çerçevesinde Hamas, Fetih’ten kovulan Muhammed Dahlan ve kadrosuyla, Gazze’yi ortaklaşa yönetmek konusunda ittifak yapıyordu. Gazze’de iç güvenlik sorumluluğu Hamas’ta kalmaya devam ederken, Dahlan ve adamları bir yandan Gazze’nin sınırlarının korunması işini üstleniyor, bir yandan da Mısır ve İsrail’le ilişkilerin sürdürülmesi görevini alıyordu. Yeni tabloda en dikkat çekici olansa, Mısır, BAE (ve elbette İsrail’in) doğrudan müdahalesiyle, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ve adamlarının tümüyle devre dışı bırakılmasıydı.
Geçtiğimiz günlerde, BAE’deki karargâhından Gazze’deki bir hükümet toplantısına canlı yayınla bağlanan Muhammed Dahlan, bir adım daha atarak, kendi adamlarıyla Hamas arasında on yıl önce yaşanan çatışmalarda ölenler için tazminat ödeneceğini duyurdu. Filistinlilerin yaptığı açıklamaya göre, 10-15 Haziran 2007’de Gazze’de çıkan çatışmalarda Dahlan cephesinden 380 aile, Hamas’tan da 320 aile kurban vermiş, toplam yaralı sayısı da 800’ü bulmuştu. Yakınlarını kaybetmiş her bir aileye ödenecek tazminat tutarının 50 bin dolar olacağı belirtiliyor. BAE’nin, sadece tazminat ödemeleri için ayırdığı fonda yer alan tutarsa 50 milyon dolar.
Abluka yoluyla Katar’ın bölgeye direkt erişiminin engellenmesiyle birlikte, doğan boşluğu Mısır-BAE-İsrail üçlüsü doldurmaya kararlı gibi görünüyor. 2007’den bu yana İsrail’in ağır kuşatması altında yaşam savaşı veren Gazze halkı için öncelikli ihtiyaç, bir an önce hayatî fonksiyonlarını sürdürmesine yarayacak bir rahatlık ortamının sağlanması. Hamas da bunu çok iyi fark ettiğinden, ilkesel bazda aynı noktada durmadığı Muhammed Dahlan’ın Gazze’ye uzanmasına ve yönetime ortak çıkmasına razı olmak durumunda kalıyor. Mevcut durumda, başka çaresi yok çünkü.
Katar’a yönelik ablukanın gerekçeleri açıklanırken, Doha yönetiminin “Hamas ve Müslüman Kardeşler gibi terör örgütleriyle yakın ilişkisi” söz konusu edilmişti. Gelinen noktada anlaşılan o ki, bu iki yapıyla yakın ilişki, aktörlerden biri Muhammed Dahlan olduğunda kimseyi rahatsız etmiyor. Hatta İsrail ve ABD bile, Gazze’nin tümüyle kontrol altına alınması ihtimali doğduğu için, yeni durumdan gayet memnun.
Gazze’nin Dahlan eliyle dizayn edilmesi, Mahmud Abbas sonrası Filistin yönetiminin şekillendirilmesi açısından da önemsenen bir proje. BAE’nin bonkör bağışlarıyla Gazze’de temel sıkıntılar giderilirken, Dahlan’ın bizzat hazırlayacağı bir mücadele planı çerçevesinde bölgedeki ‘tehlikeli’ yönelimlerin de tırpanlanabileceği hesaplanıyor. Bu bağlamda Hamas da ‘eğitilecek’, uysallaştırılacak ve direniş fikrinden uzaklaşmış sıradan bir halk hareketine dönüşecek. Plan bu.
Katar’ın (ve bu arada tabii ki Türkiye’nin de) devre dışı bırakılması yoluyla kotarılan böylesi bir planın ne kadar işleyebileceğini hep birlikte göreceğiz. Ancak şimdiden kesin olan bir şey var: Olağanüstü şartların dayattığı, kendi içinden doğal sebeplerle başlamayan hiçbir süreç, uzun ömürlü olmuyor. Daha önce defalarca denenen ve hepsi de hüsranla sonuçlanan Hamas-Fetih uzlaşma girişimleri, bunun en yakın örneği. Hamas cephesi için, ‘ezeli düşman’ Dahlan’la masaya oturmak zorunda kalmak zaten başlı başına bir moral bozukluğu sebebi. İttifakın serencâmı, bu duygusallıktan mutlaka etkilenecektir.
Tam bu satırları yazmaya hazırlanırken ekrana düşen bir haber: “İsrail, Mahmud Abbas’ı Ramallah’ta rehin tutuyor”. Başlığın altında yer alan ayrıntılardan anlaşıldığı kadarıyla, 14 Temmuz’da başlayıp iki hafta devam eden Mescid-i Aksâ olayları nedeniyle, İsrail, Abbas’ı cezalandırmaya karar vermiş ve onun yönetim merkezi Ramallah’tan ayrılmasına engel koymuştu. Abbas, rutin doktor kontrolleri için Ürdün’ün başkenti Amman’a sırf bu yüzden gidememiş, Ürdün Kralı Abdullah, kendisiyle görüşmek için Ramallah’a gelmek durumunda kalmıştı. Abbas’a reva görülen bu muamele, akıllara ister istemez, 2002’de İsrail’in o dönemki başbakanı Ariel Şaron tarafından Yâser Arafat’a Ramallah’taki başkanlık kompleksi Mukâtaa’da uygulanan kuşatmayı getiriyordu.
Kuşatma… Evet, Filistin’i tanımlayacak en iyi kelime galiba bu.