Metin Özer
Karakaşzade Rüştü Bey'in başına ne geldi?
Karakaşzade Rüştü, kendi topluluğu Sabetay dönmelerinin içerisindeki bir grubun nasıl bu ülkeye düşman olduklarını devletine ihbar etti.
Hem Atatürk’e hem de TBMM’ye mektup yazarak, “İçimizde bir grup bir türlü Türkiye ve Türklerle asimile olmuyor. Onlar Yaşadıkları ülkede kendi nizamlarını kurmak istiyorlar” dedi.
Mehmed Karakaşzade Rüştü imzasıyla 29 Aralık 1923 tarihinde Ankara 'da Safa Otelinde Atatürk’e mektup yazdı.
Karakaşzade Rüştü mektubunda şöyle yazdı;
- Gazi Paşa hazretlerine...
Asırlardan beri şu mübarek vatanın nânü nimetiyle Türkler sayesinde perverde olan birçok muhtelif ırklar gibi bizler de hayat ve mevcudiyetimizi muhafaza edegelmişiz.
Dönmelerin ne irken ve ne dinen Türklerle maddî ve manevî iştirakimiz yoktur. Bunun maddî ciheti cümlece malum ve müsellem ise de manevî ciheti yalnız bendeniz gibi kabile arasında yetişmiş insanların bileceği ve ispat edeceği bir keyfiyettir.
Uzun mektubunda özet halinde diyor ki; “Dönmelerin bir kesimi rahat durmuyor. Onların Türklere asimilesi sağlanmalıdır. Bu yapılmadığı takdirde bu kesim Türk milletinin başına bela olacaktır.”
Karakaş Rüştü TBMM’ye verdiği dilekçesinde; “Dönmeleri Türkleşmeye boyun eğmedikçe ve Türklerle evlenmedikçe mübadele yoluyla topraklarımıza kabul buyurmayın” dedi.
Bu iki dilekçe Türk basınında bomba etkisi yaptı.
O tarihte yayınlanan bütün gazeteler, Karakaşzade Rüştü’nün dönme dilekçelerini manşete çekti.
Bir grup iddiaları deli saçması bulurken karşı taraf destekliyordu.
Gazeteci Hüseyin Necati (Tansu Çiller’in babası), Karakaşzade Rüştü ile uzun bir mülakat yapmış ve Rüştü’nün samimi olduğuna kanaat getirmişti.
Necati’ye göre; Dönmeler kendi içerisinde üç kısma bölünmüştü. Bunlar;
“Bir nevi Yahudiliğe inananlar, geleneklerinden sıyrılıp aydınlananlar ve son olarak tamamen Türkleşmiş olanlar” şeklinde nitelendirilebilirdi.
Karakaşzade Rüştü Bey dönmeleri şöyle sınıflandırdı;
- Dönmeler üç kabiledir: Karakaşlar, Kapancılar, Yakubiler. (Hamdi Beyler) Bütün bunları birleştirerek yine üç gruba ayırabiliriz:
Birinci grup; cahildirler. Her yeniliğe kapalı tam olan Yahudi’dirler, Yahudice dua ederler, muhafazakârdırlar.
İkinci grup, aydın kimselerdir. Hurafelere pek ehemmiyet vermezler; fakat Türk unsuruna hiç karışmak istemezler. Sadece menfaatlerini düşünürler. Türklerle asla asimile olmazlar.
Üçüncü grup asimile olanlardır. Pek az kısmı Türklerle karışmışlardır. Bütün Dönmeler on beş bin kadardır ve bu üçüncü kısım ancak yüzü buluyor."
Benim kızmam ikinci sınıfadır. Nesil bozulmuştur. Daima amca, teyzekızı ala ala, hep iç içe ihtilâflar neticesinde münkariz (Batmakta, bitmiş) olmaktayız. Bunun sebebi menfaattir."
Türkiye’nin siyasetine ve dinine müdahale etmeye kalkanlar da zaten bu ikinci gruptur.
Sahip oldukları siyasi ve ekonomik güç; gözlerini kararttı. Bütün ülkeye hâkim olacaklarına inandılar.
Çok güvendikleri FETÖ’nün darbede başarısız olmasıyla aslında en büyük darbeyi dönmeler yedi.
16 Temmuz FETÖ darbesinden sonra Sabetayların ünlü isimleri, özel uçaklarıyla Türkiye’yi terk etti. Bunların bir kısmı hala dönmedi.
Devlet GSM ve uçuş kayıtlarını incelerse, bu kişilerin kimler olduğunu çok kolay bulabilir.
FETÖ’nün bir Sabetay örgütü olduğunun en güzel ispatı da bu kayıtlar olur.
Türkiye’nin ünlü tüccarları ve sanayicileri gittikleri İngiltere’den neden bir türlü dönmüyor?
Haklarında bir dava olmadığı halde neden Londra’da yaşamaya devam ediyorlar?
İşin sırrı 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminde.
Neyse devam edelim…
Medyada Rüştü Bey’in dilekçeleri tartışılırken; Türkiye ve Yunanistan 1924 yılında yaptıkları karşılıklı mübadele anlaşmasıyla, topraklarındaki Türkler ile Rumları değiş tokuş yapma kararı aldı.
Mübadele ile 1.200.000 Ortodoks Hristiyan Rum, Anadolu'dan Yunanistan'a; 500.000 Müslüman Türk de Yunanistan'dan Türkiye'ye göç etmek zorunda kaldı.
Ne gidenler ne de gelenler gönlü ile gelmedi.
Mübadelede ayrımın ana kıstası; ırk ya da dil değil, din oldu.
Rum denilenlerin arasında; Türkçeden başka dil bilmeyen ve konuşmayan Türk Ortodoks Hristiyan Gagavuzlar ile Karamanlı Ortodokslar vardı.
Türkiye'de sadece İstanbul ile Gökçeada (İmroz) ve Bozcaada'da oturan Rumlar, Yunanistan'da ise sadece Batı Trakya Türkleri mübadeleden muaf tutuldu…
Büyükada ve Heybeliada gibi lüks yerlerde oturan Rumlarda aynı şekilde direnip yerlerinde kaldı.
Olan her zaman olduğu gibi garibanlara oldu.
Selanik’ten gelenlerin tamamına yakını, dönme diye tabir edilen Sabetay Yahudi’si idi.
Mübadele anlaşmasının konuşulduğu günlerde bomba bir gelişme daha ortaya çıktı.
Karakaşzade Rüştü bu kez Yunanistan parlamentosuna mektup yazarak, dönmelerin Türk ve Müslüman olmadığını onların Yahudi olduklarını belirterek Türkiye’ye gönderilmemesini talep etti.
Büyük adamsın Karakaşzade Rüştü…
O yıllarda başımıza aldığımız belanın büyüklüğünü görmüşsün.
O günlerde Amerikalı bir muhabir; Türk milletvekillerinden birisi TBMM’ye dilekçe vererek Dönmelerin Mübadele harici tutulmalarını çünkü onların gerçek birer Müslüman olmadıklarını ifade etti... O sıralarda Dönmelerin Selanik’te Yunan hükümetinden mübadeleden muaf tutulmak için istekte bulunduklarını, ancak bu isteğin de kabul edilmediğini yazdı.
Sabetay dönmeleri Yahudi olmalarına rağmen Türk ismi alıp Müslüman gibi davranırlar. Halen de buna devam ederler.
Resmiyette isimleri Türk, dinleri İslam ama gerçekte Yahudi ve İbraniler…
Dönmeler camilere hiç gitmezler. Asla abdest almazlar. Buna rağmen göstermelik namaza dururlar.
Tüccar dönmeler; oruç tutuyor görüntüsü vermek için Ramazan ayında gündüz bir şey yiyip içmezler, eve gelince iftar vaktini beklemeden sofraya kurulurlar.
Eskiden herkesin oruç tuttuğu dönemlerde yalancıktan sahura kalkarlar, komşuları görsün diye lambalarını açık tutarlardı.
O kadar mükemmel takiyye yaparlardı ki; bunların dönme olduğunu komşuları bile bilmezdi.
Dönmeleri Türkiye’ye yollayan Yunan ve bunları kabul eden Türk hükümetlerinin birbirinden çok farklı hesapları vardı.
Yunanlılar dönmeleri Türklerden bin kat daha tehlikeli görüyordu.
Dönmeler Selanik’i resmen ele geçirmişti. Limanlar kontrolleri altındaydı. Bu limanlardan bütün dünyaya mal satıyorlardı. Ticaret ise dönme tüccarların eliyle yapılıyordu.
Yunanlı tüccarlar dönmelerle asla rekabet edemiyorlardı.
Yunan hükümeti onlara bize postalayarak; hem zengin bir şehir olan Selanik’i kurtardı hem de ezeli düşmanı Türkiye’nin başına büyük bir bela sardı.
Türk hükümetinin dönmelere bakışı ise çok farklıydı.
Şeriat devleti olan Osmanlı yıkılmış, Hilafet ortadan kaldırılmıştı.
Yeni Türkiye Cumhuriyeti dini esaslar yerine, batının esaslarını tercih etti.
En büyük sorun; İslam’ı 5 kıtaya yayan dinine bağlı Türk milletinin yüzünü batıya çevirebilmekti.
Bunun için de dönmelere yapışıldı.
Dönmeler, 2-3 lisan biliyorlardı. Ülke ülke dolaşmışlardı. Hepsi okumuş insanlardı ve en önemlisi batı yanlısıydı. Bu yüzden mübadele ile 30 bin ile 40 bin arası Yahudi Türkiye’ye kabul edildi.
Bunlar Yunanistan’dan gelen Türklerin arasına katılıp yurdun dört bir yanına yerleştirildi.
Aralarında dönmelerin de bulunduğu, mübadele ile gelenlerin en çok yerleştirildiği 10 şehir şöyle:
- Edirne 49.441, Balıkesir 37.174, İstanbul 36.487, Bursa 34.543, Tekirdağ 33.728, Kırklareli 33.119, İzmir 31.502, Kocaeli 27.687, Samsun 22.668 ve Niğde 15.702.
Bu şehirlere yollananların kaçının dönme olduğu sır gibi saklandı.
Türkiye’ye dağıtılan Sabetaylar; fötr şapkası ile dolaşıp, kravat takıyordu.
Kadınları elbiselerle sokaklarda son derece rahat hareket edip zaman zaman kahkaha atıyorlardı.
Dönemin hükümetinin kurmaya çalıştığı yeni nizamda aradığı rol model, Sabetaylardı.
Dönelim tekrar Karakaşzade Rüştü’ye…
Yunan hükümetine, “Dönmeleri Türkiye’ye göndermeyin, onlar Müslüman değil” diye mektup yazdığı ortaya çıkınca, Sabetaylardan büyük tepki aldı ve hainlikle suçlandı
Hain olup olmadığı sorulduğunda; Rüştü Bey, iki elinin parmaklarını yumarak göğsüne vurdu:
- Ben hâlis mûlis Dönmeyim. Ayrılık vardır. Bu toprakta Türk olacağız, başka çare yoktur.
Ben Selanik'teki çiftliklerimin muhafazasına çalışmıyorum.
Hayırlı bir işe giriştim. Samimiyetimden şüphe etmek, gayretullaha dokunur...
İsterlerse beni İstiklâl Mahkemesi'ne göndersinler. Orada bütün bunları daha iyi anlatırım.
Kendisini İstiklal mahkemesine çıkarmadılar ama önemli bir ismi yollayıp, bu dönme meselesini kapatmasını istediler.
Dönme tartışmasını yapan gazetelere de talimat verip olayı kapattırdılar.
O günden sonra dönme meselesiyle ilgili bırakın bir köşe yazısı, tek satır haber yapılmadı.
Tam bir sessizliğe bürünen Karakaşzade Rüştü, bir süre sonra bir yakınına gitti, " Evleniyorum!" dedi ve ekledi “Hem de Ailesiyle Varna'dan gelmiş, hâlis bir Türk kızıyla... Babası da Yeniköy'de bir bakkaliye sahibidir. İyi halli, terbiyeli bir kadıncık. Ben Kadıya müracaat ettim. Türk kızı alıyorum. Türk gibi evleneceğim. Zaten Türküm. Kadı, İstanbul'dan başka zevcem olup olmadığını sordu. Cevabı gelir gelmez nikâhımız olacak."
O buluşmada Sabetaylar tarafından sürekli tehdit edildiğini anlattı.
Dostu o konuşmayı şöyle anlattı;
“Bana aldığı bir tehdit mektubundan bahsetti. "Genç Selânikli" imzasıyla gelen bu mektubun son satırları şöyle bitiyordu:
- Rüştü Bey, sen Dönmelerin elinde can vereceksin.
İşte bu buluşma ondan alınan son haber oldu.
Üsküdar’daki Bülbülderesi Mezarlığına giden birisi, tesadüfen mezarını buldu.
Mezar taşında 24 Şubat 1931 günü öldüğü yazıyordu. Dilekçelerinden sadece 7 yıl sonra…
1878’de doğan Karakaşzade Rüştü, 1931 yılında yani 53 yaşında ölmüş veya öldürülmüştü.
Devlet kayıtlarında ölümü hakkında tek satır bilgi yer almadı.
Bir dönem dönmelerin gerçek yüzünü ifşa eden bu koca yürekli adam, sessizce gitti.
Ailesi veya çocukları ne haldeler onlar sağ mı ölü mü bunlar dahi bilinmiyor.
Bildiğimiz tek şey; Karakaşzade Rüştü Bey’in ifşa ettiği bir grup dönmenin gerçek yüzü oldu.
Bu büyük hizmeti sayesinde kim bilir belki de imanlı gitmiştir.
Nasıl giderse gitsin, Rüştü Bey mertliğiyle gönlümüze girmiştir.
METİN ÖZER/HABERVİTRİNİ