Metin Özer
TÜRK MİLLETİNE DOMUZ YEDİREN BAKAN
1924 yılında Yunanistan ile yaptığımız Mübadele anlaşması, Türkiye için bir dönüm noktası oldu.
Anlaşma ile Türkiye gelen 30 bin civarındaki dönme, en az 70 sene Türkiye’yi idare etti.
Devletin her birimine girdiler.
En kritik ve stratejik kuruluşları idare ettiler.
Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Bakanlık, Milletvekilliği ve Genelkurmay Başkanlığı yaptılar…
Peki, bu nasıl oldu?
Emin olun son derece kolay oldu.
Hiçbir engel ile karşılaşmadılar, hatta teşvik edildiler.
Selanik’ten gelen Sabetaylar yoğun olarak; İzmir, Çanakkale, Bursa, İstanbul ve Trakya bölgesine yerleştirilmişti.
Bunlar Türkiye’ye iki avantajla geldiler.
Birincisi zenginlerdi ve ticareti biliyorlardı.
İkincisi, okumuş kültürlü kimselerdi.
Türkiye açısından da iki büyük dezavantaj vardı.
Osmanlı'nın son dönemlerinden Cumhuriyeti’nin ilk yıllarına kadar Müslüman gençler, okumaktan ziyade tarım ve hayvancılığa yönlendirilmişti.
Planlı bir şekilde eğitim almaları engellenmişti.
Bir büyük köyden ancak bir okumuş zar zor çıkıyordu.
Türk gençleri bırakın okumayı köylerinden çıkamıyorlardı.
İkincisi Türkiye büyük bir savaştan ve işgalden çıkmıştı.
Ortada ne ekonomi ne de ticaret kalmıştı.
Dönmeler; Yunanistan tarafından sürüldüğü Türkiye’de böylesine bakir bir ortam buldu.
1924 yılından itibaren aralarında önemli kararlar aldılar.
Çocukları devlette, kendileri ticarette büyüyecekti.
Bu karardan sonra dönme gençler trenlerle Ankara’nın yolunu tuttu.
Sabetay tüccarlar da kendi aralarında başka bir karar daha aldılar.
Herkes ticaret için kendine bir alan seçecek, kimse aynı alanda birbirine rakip olmayacaktı.
Bugün TÜSİAD’ın süper zengin sanayici ve iş adamlarının büyük kısmı, işte o yıllarda Türkiye’ye gelen dönmelerdi.
Ankara hükümeti Sabetay gençlerini bağrına bastı.
Sabetaylar; tam da istedikleri batılı tiplerdi.
Dönemin başbakanı olan İnönü’nün şu sözü meşhur olmuştu;
- Ankara garında bekler, trenden inen her kravatlıyı yakalar ve Dışişleri Bakanlığı’nda memur yapardık.
İşte bugün Dışişleri’nde ‘Monşer’ diye bilinen kimseler, o trenle gelen Sabetay gençleriydi.
Dışişleri bakanlığında görevlendirilen Sabetay gençler, kısa sürede ilerleyerek bu bakanlığa tamamen hâkim oldu.
Öyle bir noktaya geldiler ki, başlarındaki bakanlar bile Sabetay Yahudilerinden seçiliyordu.
Türkler Dışişleri Bakanı olamaz hale gelmişti.
Türkiye’nin Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’ye yabancı hale gelmişti.
Dönmeler yurtdışındaki bütün elçiliklerimizi ele geçirmişti.
Yabancı ülkelerde bulunan Türk vatandaşlarına ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapıyorlardı.
Elçilikler, “Çoban” diye küçümsediği Türk vatandaşlarının sorunlarıyla ilgilenmiyor, kendilerini Türkiye’nin gerçek sahibi görüyorlardı.
Bütün Sabetaylar gibi gerçekte ev sahibi olan Türkleri çoban, misafir olan kendilerini elit görürler.
Onlar kendilerine ’Beyaz Türkler’ Bizlere de ‘Zenci Türkler’ der.
Şu hale bakar mısınız?
Arada bu hatırlatmadan sonra Dışişleri Bakanlığına tekrar dönelim.
İsmet İnönü’den sonraki Dışişleri Bakanı Şükrü Kaya, Arayış Mason Locası’nın önemli isimlerinden birisiydi.
Masonluğu söylenti falan da değildi belgelenmişti.
Şükrü Kaya Beyoğlu’nda bulunan Resne Locası’na 239 Matrikül numarasıyla kaydolmuş. 18 Haziran 1925’te kalfalığa, belgede geçtiği üzere 30 Haziran 1926’da ise 3. Dereceden üstatlığa terfi etmiş.
Hale bakar mısınız?
Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı, bakan olarak Mason locasında kalfa yapılıyor.
Bu rezilliği de övünerek anlatıyor.
Bu Şükrü Kaya o dönemin değişmez bakanlarından birisidir.
1927 yılından 1938 yılına kadar da kesintisiz İçişleri Bakanlığı yaptı.
Sıkı bir din düşmanı ve ateistti.
TBMM’de yaptığı konuşmada dini şöyle anlattı;
- "Dinler işlerini bitirmiş, vazifeleri tükenmiş, yeniden uzviyet ve hayatiyet bulamayan müesseselerdir."
Şükrü Kaya’nın arkasından, “Domuz çok güzel bir gıdadır” diyen Tevfik Rüştü Aras Türkiye Cumhuriyet’inin Dışişleri bakanı oldu.
Tahmin ettiğiniz gibi Tevfik Rüştü de bir masondu.
8 Şubat 1934 tarihinde Akşam gazetesi; TBMM’de 92 Mason milletvekili olduğunu duyurarak, mason bakan ve vekilleri gururla takdim etti.
Haberde; “Meclis Reis Vekili Hasan ( Hasan Hüsnü Saka), Dâhiliye vekili Şükrü Kaya, Hariciye Vekili Tevfik Rüştü, Devlet Şurası Reisi Reşat Beyler ( Mehmed Şerif Paşa) 33 derece ihraz etmiş (Erişmiş) masonlardır” denilerek açıktan isimleri verildi.
Tevfik Rüştü de azılı bir İslam düşmanıydı.
23 Ağustos 1927’de The Times’e tuhaf bir röportaj verdi ve söyle dedi;
- Domuz çok güzel bir gıdadır. İslam bunu yasaklamış fakat bu fikir eski nesille birlikte yok olacaktır. Yıllarca pis diye korkutulan domuzu artık genç nesillerimiz yiyebiliyor. Bu reformu halkımız gönüllü kabul etmiştir.
Bununla da kalmadı Bursa’da domuz harası kurdurdu.
Bakanlıkta ekibiyle birlikte domuz yedi.
Domuzcu Canan kendisi gibi CHP’li olan Tevfik Rüştü’den fetva aldı anlaşılan.
1925 yılından 1938 yılına kadar bu görevini sürdürdü. O çalkantılı dönemde tam 13 sene domuz sayesinde koltuğunu korumayı başardı.
Tevfik Rüştü bu ülkeye çok büyük bir hainlik yaptı.
İngilizlerin, “Kerkük ve Musul’u alın” teklifini geri çevirdi.
Türkiye’ye yaptığı bu ihanetini de TBMM’de övünerek şöyle anlattı;
- Şurasını da arz etmeye Mecburum ki; İngilizler hudut üzerinde bize 1.000 kilometre murabba (Kilometre kare) miktarında araziyi lehimize tadilat ilavesi teklif ettiler.
Esas davamızın böyle bin veyahut iki bin kilometre arazi davası olmadığını söyleyerek teklifi geri çevirdik… (İYİ HALT YEDİNİZ)
İngilizlerin “Haritayı yeniden düzenleyelim bu araziyi size verelim” dediği yerde Türkmenler yaşıyordu ve Petrol deposu Kerkük ve Musul bize bırakılan arazinin içerisindeydi.
O tarihte burada o kadar yüksek petrol rezervleri olduğu bilinmiyordu.
100 yıldır çektiğimiz ekonomik sıkıntının sebebi, CHP’li Tevfik Rüştü’nün bu ahmaklığıdır.
İngilizlerin teklifinin reddedilmesinin sebebi, Din-i İslam’a duydukları kin ve nefretti.
CHP yüzünü batıya dönmek istiyordu. O yüzden de doğuya sırtlarını çevirdiler.
“Ne Arabın yüzü ne de toprağı” deyip Kerkük ve Musul’u ellerinin tersiyle ittiler.
Hariciye Vekili Tevfik Rüştü, bu hainliğiyle yapmasaydı bugün ne PKK meselemiz ne de ekonomik sıkıntımız olmayacaktı.
Türkiye petrol alan değil, satan ülke olacaktı.
PKK terörü için harcadığımız 800 milyar dolar da cebimizde kalacaktı.
Kerkük ve Musul’da şu anda yaklaşık 4 trilyon dolar değerinde petrol var.
Irak'ta tespit edilmiş 143 milyar metreküp petrol rezervi var.
Bu rezervin 45 milyar metreküpü Musul'da. 10 milyar metreküpü ise Kerkük'te.
Musul'daki petrol rezervinin değeri yaklaşık 2,5 trilyon dolar.
Kerkük'te yaklaşık 1,5 trilyon dolarlık petrol var.
Bölgedeki doğalgaz rezervlerinden hiç bahsetmeyeyim…
Türkiye son 20 yılda; Petrol, doğalgaz ve kömür gibi enerji ürünlerine tam 665 milyar dolar ödeme yaptı.
Tevfik Rüştü’nün 20 yıllık zararı bu. 100 yılı varın siz hesaplayın…
CHP; dine olan düşmanlığı yüzünden bu ülkeyi de bu milleti de mahvetmiş bir partidir.
CHP’liler şimdi kalkmış AK Partililere soruyor;
-Elektrik ve doğalgaz neden bu kadar pahalı?
Ölünün köründen pahalı...
Neden pahalı olacak?
Hain bakanınız Kerkük ve Musul’u almayıp, iade ettiği için pahalı…
Üstad Necip Fazıl şöyle demişti;
- CHP bir parti değil; Türk’e dinini, dilini ve özünü kaybettirmeye memur bir katliam müessesesidir.
CHP yapım değil yıkım partisidir.
Bugün de yapmaya değil yıkmaya geliyorlar.
Türkiye’nin son 20 yılda başardıklarını temelinden yıkmak istiyorlar.
Allah bunlara fırsat vermesin.
Onlar Türkiye’yi yıkmadan, Millet onları yıksın inşallah...
METİN ÖZER/HABERVİTRİNİ