Metin Özer
Vahdettin Han'ın hacizli naaşı bir ay salonun ortasında kaldı
Osmanlı’nın Hıristiyan memleketlerce işgal edilmesi, dünyadaki cümle Müslümanı hüzne boğdu. Özellikle Hilafetin merkezinin işgali, İslam memleketlerini harekete geçirdi.
Osmanlı; Hindistan Müslümanları, Pakistan, Doğu Bangladeş, Singapur, Malezya, Endonezya, Türkistan Hanlıkları, Nijerya ve Kamerun'u hilafetten kendisine bağlamıştı.
Bu kutlu devlet, 64 ülkelik toprağı yüzlerce yıl sorunsuz idare etti.
Dünya Müslümanları bütün umutlarını İslam’ın son bağımsız devleti olan Osmanlıya bağlamıştı. Bunların da başında Hindistan Müslümanları geliyordu.
Hilafetin başkenti İstanbul işgal edilince, Hindistan Müslümanları harekete geçti.
Halifeliğin korunması için İngiltere'ye baskı yapmak üzere Hindistan Hilafet Komitesi ve Hindistan Hilafet Kongresi gibi dernekler kuruldu.
İzmir'in Yunanlılar tarafından işgalinden 10 gün sonra, Londra'da Hintli Müslümanlar ilk protesto mitingini düzenledi.
24 Mart 1921 günü, Hindistan'dan Londra'ya giden bir heyet, İngiltere Başbakanı Lloyd George ile görüşerek İngilizlerin İstanbul'dan çekilmeleri istedi.
Hint Müslümanları, İngilizler üzerindeki baskıyı artırmak için İngiliz mallarını satın almıyorlardı.
Bu sırada Delhi'de gönüllü asker toplayarak, İstanbul’da hilafet korumak üzere 'Ankara Lejyonu' oluşturdular. Askerler toplanırken Londra’ya mesaj yolladılar;
-Trakya ve İstanbul’u teslim etmezseniz bu Lejyonları İstanbul’a göndeririz.
Bu beklenmedik destek İngilizleri ürküttü. Bu öfke dinmezse o lejyon bize yönelir korkusuyla hilafeti işgalden geri adım attılar.
İngilizleri baskı alan Hindistan Müslümanları, Kurtuluş savaşı için kıta genelinde büyük bir yardım kampanyası başlattı.
Katılım inanılmaz oldu. Hintli Müslümanlar ne var neyi yoksa hilafeti kurtarmak için verdi. Erkekler paralarını kadınlar ise bileziklerini yardım için komiteye teslim etti.
Yardım için kurulan Hindistan Hilafet Hareketi’ne adeta para yağdı.
Hint Müslümanları liderlerinden Mevlana Muhammed Ali, bir yardım komitesi kurmuştu.
Komite açtığı yardımları Ankara ve İzmir Sandığı adıyla topladı.
Ankara yardım fonu; askere silah ve mühimmat alımı.
İzmir fonu ise; halka ilaç, yiyecek ve giyecek yardımı içindi.
Kurtuluş savaşı sırasında şanlı ordumuzun bütün silah, mühimmat ve maaşları Hindistan Müslümanlarının parasıyla karşılandı.
Sadece askerler değil halkın; yiyecek, içecek ve ilaç ihtiyaçları yine bu yardımlar sayesinde görüldü.
Türkiye Cumhuriyeti; Kemalist Laiklerin burun kıvırdığı bu Müslüman ülkelerin yardım paraları ve desteğiyle kuruldu.
Laik yazar ve tarihçiler bundan hiç söz etmezler.
Yardım eden Müslüman olunca; dilleri lal, gözleri kör, kulakları sağır olur.
Hindistanlı Müslümanlara ne ‘Allah razı olsun’ dediler, ne de dedirtirler.
Tıpkı Sultan Vahdettin Han’a dedirtmedikleri gibi...
“ Beni temsil ediyor. Onun sözü benim sözümdür” yazısıyla, Mustafa Kemal’i Anadolu’da işgale karşı isyan harekete başlatmak üzere Samsun’a yollayan Vahdettin Han’dı.
Hanedanın gemisini emrine verip, yanına da 20 bin altın koyan da Vahdettin Han’dı.
Bütün bunlara rağmen bizim Kemalistler, kendisini İngiliz ajanı ve hırsız ilan etti.
Sahtekâr tarihçiler tarih kitaplarında; Vahdettin Han’ın İngiliz ajanı olduğunu ve Cumhuriyet Kurulunca kaçtığını yazdı.
İngiliz işgaline karşı milleti ayaklandırmak için kendisini görevlendirdiğini bizzat Mustafa Kemal açıkladı.
Bu alçakların “kaçtı” dedikleri Vahdettin Han, Cumhuriyet kurulduğunda İstanbul’da idi.
1924 tarihinde kabul edilen yasa ile bütün hanedan ile birlikte zorla sürgüne gönderildi.
“Hırsız” dedikleri Vahdettin Han sürgüne giderken hakkı olan maaşını bile almamış ve beş parasız yola çıkmıştı. Yanına sadece babadan kalma halı ve benzeri eşyaları almıştı.
Giderken isteseydi Yıldız Sarayının hazineleri de yanına alırdı. Bırakın hazineyi yanına almayı, parmağındaki yüzüğünü çıkartıp masaya koyup gitti.
Vahdettin han kendisine yapılan ithamlara karşılık şöyle dedi;
- Bu yaştan sonra mezarıma padişah yazdırmak hevesinde değilim. Ben milletin ateşli külü üzerine oturdum. Saltanatın kuş tüyünden minderleri üzerine oturup gömülmedim. Eğer, akılane (Akıllıca), bi-garazane (kin ve garazsız) ve bi-tarafane (tarafsız) devleti idare edecek bir halefim olsaydı ömrümün son zamanına bu büyük yükü Vallahi, billahi ve Tallahi kabul etmezdim. Saltanat tahtı ile teneşir arasında ne kadar mesafe olduğunu bilirim. Bir tarafta taht, diğer tarafta tabut durur.
Zorla sürgüne yollanan Vahdettin Han için kızı, İtalya’nın San Remo kasabasında bahçeli bir ev kiraladı.
Sürgünden 1.5 sene sonra mali sıkıntıya düştü. Yiyecek içecekleri bile borçla almaya başladı.
16 Mayıs 1926’da evinde kalp krizinden vefat etti.
Sultan Vahdeddin, o gece kadınları, hazinedarlarını, odasına toplamış ve geç vakitlere kadar pek tatlı ve neşeli sohbetlere dalmışlardı. Sohbeti en hararetli yerinde kesip;
‘…Haydi, yatsı namazını kılınız da geliniz. Sohbetimize yine devam ederiz’ dedi ve eşi ve kızı namazlarını kılmak üzere çıktılar.
Bu esnada Sultan Vahdeddin, daima yanında bulunan ve hizmetlerine bakan son zevcesi Nevzat Hanım’a seslenerek; ‘…Biraz safram kabarıyor, bana bir tas getir’ dedi.
Nevzat Hanım, leğeni musluğa döküp ve acele ile odaya döndüğü zaman Sultan Vahdeddin’i uzandığı şezlongunda cansız buldu.
Son sultanın çilesi ölünce de bitmedi… Hatta daha da şiddetlendi.
Sultan Vahdeddin’in ölümü üzerine kıymetli evrak ve paralarını muhafaza ettiği küçük çekmecesi açıldığında; içinden on yedi tane çeyrek Osmanlı altını ile taşları sökülmüş bir Hanedan-ı âli Osman nişanı bulundu. Başka bir serveti çıkmadı.
Bu paraları da tabutu ve cenaze masrafları için kullanılmasını vasiyet etmişti.
Vahdeddin Han’ın öldüğünü duyunca kapıya üşüşenlerin alacaklıların başında; malların parasını aylardan beri alamamış olan bakkal Steiner ile manav Morini vardı.
Steiner ile Morini’nin alacakları da dâhil olmak üzere bütün esnafa borç 60 bin liretti. Onların hemen arkasından icra memurları göründü.
Yerlerdeki İstanbul’dan getirilmiş halılardan bütün öteki eşyalara ve ev halkının şahsî mallarına kadar Manolya Villasında ne varsa her şey açık arttırma ile satılmak üzere haciz kapsamına kondu ve odalar mühürlendi.
Haciz yapılırken eşi görülmedik bir hadise yaşandı.
Vahdeddin Han’ın cenazesinin bulunduğu tabut, büyük salona indirildi. Salondaki eşyalarla beraber cenaze de haczedildi… Villa mühürlenip giriş çıkış yasaklandı.
1926’da bir sterlin 150 İtalyan liretiydi.
Vahdettin Han, bu hesapla bu hesapla yaklaşık 1000 sterlin borçlanmıştı.
Bugünün rakamlarıyla 20.600 lira.
3 kıtaya hâkim olmuş Osmanlı’nın son Sultanının Naaşı, 20 bin lira bulanamadığı için haczedildi. Haczedilmekle kalmadı, cesedi tabutta esir kaldı.
Yakınları Vahdettin Han’ın tabutunun odanın ortasında kaldığını Türk Büyükelçisine söyledi. Onlarda Türkiye’ye ilettiler ama Ankara ret cevabı verdi.
Bir baloda 1.300 şişe şampanya ve 4-5 bin şişe viskiye servet harcayan CHP’li İsmet İnönü, son Osmanlı padişahı için bir kuruş vermedi.
Padişahının cesedi parasızlıktan bir ay o evin ortasındaki tabutta yattı ve koktu.
Kızı ve damadı bir ay içerisinde oradan buradan o borç alarak tabutu evden çıkartabildi. Vasiyeti olan Selahattin-i Eyyubi Camiin bahçesine gömülmesi de, Türkiye tarafından kabul görmedi. Dirisini sürdükleri padişahın ölüsünü bile kabul etmediler.
İşte bu nedenle CHP’nin zulmü, bu memlekete zulmet olarak çöktü. Hala da temizlenmedi.
Çaresiz kalan ailesi, naaşını 15 Haziran 1926’da bir gemiyle Beyrut’a götürdü.
Bir ay tabutta bekleyen Vahdettin Han’ın naaşı tabutunda kokmuştu. Gemi kokudan dolayı tabutu açık havada tuttu. Tabut yağmur ve dalga yiyerek Lübnan’a geldi.
Lübnan’dan trenle Şam’a götürüldü.
Vahdettin Han Vefatından tam 47 gün sonra, 3 Temmuz 1926’da Suriye Şam’da Yavuz Selim Camii’nin bahçesine gömüldü…
Bu dünyaya çileli gelip çileli giden Vahdettin Han’dan geriye söylediği şu sözler kaldı; “…Ben anlaşılmayı tarihçilere bıraktım. Memleketin parçalanmasına engel olamadıysam da, tüm kötülükleri üzerime çekerek ve Ankara’ya zaman kazandırarak bir nevi paratoner vazifesi gördüm.
Kemalist/ Laik tarihçiler, bu çilekeş sultanı; Vatan haini, İngiliz ajanı ve hırsız diye yaftaladı.
Tarih kitaplarına, “Cumhuriyet kurulunca ajanı olduğu İngilizlere kaçtı” iftirasını yerleştirdi.
Halen de pek çok kişi Vahdettin Han’ın kaçtığını sanır. Bunlar sahtekâr tarihçilerin yalanıydı.
Allah sizin belanızı versin…
Neyse konumuza dönelim…
Hilafet komitesi tarafından toplanan paraların Türkiye’ye gönderilmesinin nedeni hilafetin kurtarılmasıydı.
Hindistan Hilafet Komitesi; 26 Aralık 1921’den 12 Ağustos 1922 tarihine kadar toplam 675 bin 494 Türk Lirası ve 156 bin İngiliz sterlini Ankara’ya gönderdi. (Bu 156 sterlin daha sonra buhar oldu. Hiçbir yerde kaydı geçmedi.)
Bu paralar Mustafa Kemal’in emri ile Osmanlı Bankasında muhafaza edildi.
675 bin lira korkunç bir miktardı. Büyük bir bankayı satın alabilecek bir miktardı.
Hindistan’dan gelen yardım paraları Cumhurbaşkanlığı arşivinde şöyle yer alıyor;
-Hindistan Müslümanları, Milli Mücadele'ye destek olmak için 14 seferde toplam 675.000 lira yolladı. Büyük Taarruz öncesinde ordunun ihtiyaçlarını karşılamak için bu paranın 500.000 lirasını Milli Savunma Bakanlığı'na verildi.
500 bin liranın büyük bir kısmı Büyük Taarruzdan önce askerin birikmiş maaşları ve birliklerin mühimmatları için harcandı.
Büyük Zafer'den sonra 500.000 liranın kullanılmayan 380.000 lirası Atatürk’e iade edildi.
Mustafa Kemal, gelen paranın 110 bin lirasını, Ankara hükümeti için harcadı.
Milli Mücadele sonrasında Atatürk'ün elinde; 380.000+65.000=445.000 lira kaldı.
(Cumhurbaşkanlığı Arşivi, A.III-10-a, Dos.44, F.47, F.10-23, Türk İstiklal Harbi, İdari Faaliyetler, C.VII, s. 175.)
METİN ÖZER /HABERVİTRİNİ