İhvân denilince genellikle Mısır merkezli Müslüman Kardeşler Teşkilâtı akıllara gelir. Oysa Ortadoğu’nun yakın tarihinde bir İhvân daha var ki, Mısır’daki adaşından hem yöntem hem de hedefler açısından oldukça farklı. Önce Suudi Arabistan’ın kuruluş sürecinde kritik bir rol oynayan bu İhvân’ın tarihsel serüvenini hatırlayalım, ardından günümüze ve geleceğe dair bazı notlar düşelim.
Suudi Arabistan’ın kurucu kralı Abdulaziz bin Abdurrahman Âl-i Suûd’un Arap Yarımadası’nda siyasi hâkimiyetini pekiştirmekte kullandığı vurucu güç olan İhvân’ın 1902 civarında sahneye çıktığı kabul edilir. Kabilelerin kontrol altına alınabilmesi amacına matuf olarak kurulan İhvân birlikleri, Kral Abdulaziz adına giriştikleri çarpışmaların ardından hızla müstakil bir siyasal odak haline geldi. İhvân’ın belkemiğini oluşturan Uteybe ve Mutayr kabilelerinin liderleri Sultan bin Bacâd el Uteybî ve Faysal bin Sultan ed-Duveyş de, Kral’ın otoritesine meydan okuyacak kadar sivrilmişlerdi.
Selefî ideolojinin ve dinî duyguların kısmen ehlileştirebildiği İhvân mensupları, bilhassa katı ve tavizsiz üsluplarıyla biliniyor, yaptıkları kanlı baskınlarla Arabistan’ın dört bir yanında korku yaratıyordu. Kral Abdulaziz’in ülkeyi modernleştirme çabaları (ve bu çerçevede özellikle İngilizlerle diyaloga geçmesi) İhvân’ın büyük öfkesine neden oldu. 1924’te Hicaz’ın Abdulaziz’in kontrolüne girmesiyle birlikte fiili çatışmaya dönüşen gerilim, İhvân birliklerinin Ürdün ve Kuveyt topraklarına düzenlediği baskınlarla bölgesel bir soruna da dönüştü. İngiliz savaş uçakları, bu baskınlar sırasında İhvân birliklerini defalarca bombaladı, binlerce insan hayatını kaybetti.
1926’da İhvân liderleriyle bir araya gelen Kral Abdulaziz ihtilafları gidermeyi başaramadığı gibi, İhvân birlikleri Kuveyt’e bir baskın daha yaptı. İngilizlerin bu defa daha sert müdahalesiyle karşılaşan operasyon, Kral’ın da sabrını taşıran son damla olmuştu. Hızlı bir askeri hazırlıkla Arabistan’daki bütün kabilelerden oluşan kalabalık bir ordu hazırlandı. 29 Mart 1929’da Kral Abdulaziz’in küçük oğlu Prens Faysal’ın komutasındaki birlikler, İhvân’ı ağır bir yenilgiye uğrattı.
Siyasi gücünün Arap Yarımadası’na yayılmasında büyük bir rol oynayan silahlı yapılanmayı böylece bertaraf eden Kral Abdulaziz, İhvân’ın geri kalan unsurlarını kurulan modern orduya entegre etti. Sıkı bir eğitim programıyla aşırılıkları törpülenen ve rehabilite edilen İhvân, Kraliyet Muhafız Alayı’nın da temelini ve omurgasını oluşturdu.
***
Bugün birçok kaynakta “DAEŞ’in yakın tarihteki ilk örneği” olarak anılan İhvân, kabaca ‘Vehhâbîlik’ olarak ifade edilen dünya görüşünün en uç formunu teşkil ediyordu. 1932’de Suudi Arabistan Krallığı’nın kuruluşuyla İhvân gözlerden kaybolsa da, 1979’daki ünlü Kâbe baskınını gerçekleştiren Cuheyman el Uteybî ve arkadaşları, kendilerini yine İhvân’a nispet edecekti. Bu yönüyle İhvân bir zihniyeti temsil ediyordu ve tamamen yok olması da imkânsız görünüyordu.
İster kabile yapılanmasından ister eğitim sisteminden kaynaklansın, Suudi Arabistan içinde böyle bir başkaldırı potansiyelinin her zaman olduğu, daha sonra Usame bin Ladin ve çizgisiyle de ortaya çıktı. 11 Eylül saldırılarını gerçekleştirenlerin çoğunun Suudi asıllı olması bu anlamda tesadüf değildi. Suudi Arabistan, bu saldırılardaki rolüyle ilgili suçlamalara hâlâ muhatap olmaya devam ediyor.
Komşusu Katar’ı “terör destekçisi” olarak takdim ederek ithamları şimdilik kendisinden savuşturan Suudi Arabistan, çok yakın bir gelecekte kendi “ideolojik mayası” hakkında da bir seçim yapma noktasına savrulacak. Ülkeden gelen bütün işaretler, babasından sonra tahta geçmeye hazırlanan Prens Muhammed bin Selman’ın, Suudi Arabistan’ı “katı Vehhâbîlik” rotasından çıkarmaya kararlı olduğunu gösteriyor. Din adamlarının rolünün minimuma indirgendiği, ‘din dilindeki aşırılıklar’ın törpülendiği, dünyaya daha açık, kadınların araba kullanabildiği, geleneklerine bağlı ama geleneklerin prangasından kurtulmuş bir Suudi Arabistan… Suudi tahtının yeni taliplerinin hayali böyle.
***
Suudi Arabistan gibi bir ülkeyi kısa zaman içinde dönüştürmek oldukça güç. Bugün ulema sınıfı büyük ölçüde siyasal iktidara bağlı ve bağımlı hale gelse de, ulema kendisine bırakılan alanlarda ciddi nüfuz sahibi. Dış politika ve ekonomi gibi sahalarda yöneticilerle ters düşmemeye özen gösteren ulema sınıfı, bunun karşılığında özellikle ülke içindeki manevi otoriteyi tekelinde tutuyor.
“Suudi Arabistan’ı modernleştirmek”, her şeyden önce ulema sınıfının otoritesini ortadan kaldırmaya bağlı. Kitlelerin saygı duyduğu önemli isimlere yönelik aleyhte kampanya mümkün olmadığına göre, ulema sınıfının otoritesinin aşındırılması için bugün kullanılan yöntem, medya üzerinden karşı atak başlatmak. El Arabiya, Sky News Arabia ve MBC gibi Körfez’den yayın yapan kanallar, dinî konuların sınırsızca tartışmaya açıldığı platformlar. Bu tartışmalar, orta vadede ulemanın otoritesinin zayıflamasına yol açacak. Yayınlardaki üslup, bu amacı da açıkça gösteriyor zaten.
Arap dünyasında ulemanın dinî otoritesinin buharlaştığı bir örnek ülke var: Mısır. Körfez’in de bu anlamda hızla Mısır’laştırılmasına yönelik bir proje yürütülüyor. Yûsuf el Karadâvî’nin terör listesine konulmasına bu açıdan bakmakta da yarar var.
Konu oldukça uzun ve önemli. Önümüzdeki yazıda somut örnekler üzerinden devam edelim.