Ahmet Arslan
Türkiye’nin pagan medyayla ve cinayetleriyle imtihanı
Özgecan cinayeti, Türkiye'de şok etkisi oluşturmuş, kadın cinayetleri konusunda bir duyarlık oluşturmuştu. Öyle anlaşılıyor ki, bu duyarlık yeterli olmadı: Cinayetler, tecavüzler kontrolden çıkacak boyutlar kazandı.
Şimdi de Kayseri'deki “Cansel cinayeti” toplumun ürpermesine yetti.
Bu yazıda cinayetin sosyal, kültürel ve felsefî Temel'lerini mercek altına almak istiyorum.
Bir toplumu tanımak mı istiyorsunuz?
Medyalarına ve bu medyaları nasıl kullandıklarına bakın.
SAVAŞLAR, MEYDAN'LARDA DEĞİL MEDYA'LARDA KAZANILIYOR!
Bir toplumu yok etmek mi istiyorsunuz?
Algılama biçimlerini değiştirin. Böylelikle zihinleri köleleşsin, beyin ölümü gerçekleşsin, istenilen şekillerde yönlendirilebilecek hâle gelsin.
Renkli devrimler mi yapacaksınız, türlü operasyonlar mı tezgâhlayacaksınız, bir ülkeyi kaosa mı sürükleyeceksiniz, dolayısıyla siyasî, ekonomik ve stratejik olarak kontrol altına mı alacaksınız?
Hiç dert etmeyin: Elinizde medya gibi bir silahınız var. Medya bombardımanına tutun: Kitlelerin algı biçimlerini değiştirmeniz, zihinlerini istediğiniz şekillerde biçimlendirmeniz, yönlendirmeniz kâfidir.
O yüzden bütün küresel, bölgesel ve yerel operasyonlar, önce medya'larda yapılıyor, sonra -gerek kalırsa- meydan'lara taşınıyor.
O yüzden zaferler, savaş meydanlarında verilen askerî savaşlarla kazanılmıyor artık: Medyalarda sürdürülen medyatik savaşlarla kazanılıyor.
Bir ülkeyi, medya bombardımanına tabi tutarak dize getirmeniz, silahlarla savaşarak dize getirmenizden hem daha kolay hem de çok çok daha az maliyetli ve külfetli zira.
TÜRKİYE'DE MEDYA CİNAYETİ!
İşte Türkiye'de yapılan şey tam da bu. Bu ülkenin medyası yok. Bu ülkenin kültürel değerlerini, anlam haritalarını, medeniyet iddialarını eksene alan, tartışan bir medya rejimi yok bu toplumun.
Yabancılaştırıcı, yozlaştırıcı ve sığlaştırıcı sömürge kafalı bir medya rejimi hâkim ülkede.
Pespaye diziler, iğrenç televizyon programları, kültürel değerlerimizi lime lime ediyor, kurşuna diziyor: “Özgecan, Cansel... katilleri” yetiştiriyor!
Medya, ahlâkî normlarımızı, kültürel değerlerimizi delik deşik ediyor. Ahlâksızlığı, yozlaşmayı, sığlaşmayı norm hâline getiriyor!
Tam bir cinayet bu! Sömürgeciler bile yapamazdı bunu! Türk medyası mı şimdi bu?
RTÜK, niçin varsın, ne işe yararsın sen?
“ANANI TÜRK TELEVİZYONUNDA GÖRDÜM!”
Pespaye Türk dizileri, iğrenç televizyon programları sadece bu toplumu kurşuna dizmiyor. Girdiği her toplumu kurşuna diziyor.
Araplar arasında bir küfür yaygınlaşmış. Araplar, birbirlerine kızdıkları zaman şöyle küfrediyorlarmış (Özür dileyerek aktarıyorum):
“Ananı Türk televizyonunda gördüm!”
Bu rezillik bize yeter!
Dün, ilâ-yı kelimetullah'ın yayılması için cehd eden bir toplum, bugün başka Müslüman toplumların ahlâkını bozacak işlere imza atıyor!
Ne günlere kaldık yahu!
MEDYA, NÜKLEER SİLAHLARDAN TEHLİKELİDİR
Daha önce de zikretmiştim: Büyük düşünür Heidegger, şöyle der: “Kamera, izleyiciye yöneltilmiş silahtır.”
Medya, bir iletişim aracı değildir. Güç ve tahakküm kurma aracıdır. Medyalara hâkim olan, çeki düzen veren güçler, dünyaya boyun eğdirirler.
Medya, nükleer silahlardan daha tehlikelidir. Silah, doğrudan, acıtarak ve bağırtarak öldürür. Medya dolaylı olarak, acıtmadan, ayartarak öldürür.
Medyanın gücü, kitlelere “dolaylı olarak hitap etmesi”nden olmasından kaynaklanır. İnsanlar, “ne olacak canım, sonuçta, izlediğimiz şey film, kurmaca” diye medyayı fazla önemsemezler.
Oysa medyanın ihtiyacını duyduğu ve gücünü pekiştirmesine, gücüne güç katmasına imkân sağlayan şey tam da bu “örtük, dolaylı etkisi ve gücü”dür.
ÇATIŞMA'YA DEĞİL KONUŞMA'YA DAYALI BİR MEDYA
Medyada varsanız, varlığınızı koruyabilirsiniz. Medyada yoksanız, yok olmaktan kurtulamayabilirsiniz.
Bu, madalyonun görünen yüzü. Bir de madalyonun, görünmeyen diğer yüzü var.
Mevcut medyalar, Batı uygarlığının felsefî temellerinin bir yansıması: Batı uygarlığı çatışma'ya dayanır: Tanrı ile insan, ruh'la beden, erkek'le kadın vesaire arasındaki çatışma / kaos fikrine.
Oysa bizde hakikat, çatışma fikrinden ziyade denge (kozmos ve bütünlük) fikrine dayanır: İnsan, tabiat ve bütün varlıklar arasındaki denge.
Bu nedenle, bu medyaları, yok olmamak için bir süreliğine kullanmak zorundayız.
Daha sonraki süreçte, kendi medyalarımızı kurmamız, medyada kendi dilimizi kuracak felsefî ve estetik bir çaba ortaya koymamız kaçınılmazdır.
Bu çatışmacı, yıkıcı ve yok edici medyalarla bir yere gidemeyiz, bir dünya kuramayız. Varlıklar, insanlar ve tabiat arasındaki dengeyi, karşılıklı varolmayı ve varetmeyi esas alan bir medya rejimi ve dili kurmak, geleceğimizi teminat altına almanın ve bir gelecek sunmanın temel yollarından biridir.
Türkiye'deki mevcut medya, seküler / pagan Batılı çatışmacı medya dilinin en pespaye hâlini kullanıyor ve yozlaştırıcı, soysuzlaştırıcı ve sığlaştırıcı bir işlev görüyor.
Bu medya düzeni yıkılıp, kendi kültürel anlam ve sembol haritalarımız doğrultusunda husumeti değil saygıyı, nefreti değil sevgi'yi, çatışma'yı değil konuşma'yı eksene alan, bize özgü bir medya rejimi ve dili kuramazsak, mevcut soysuz ve yoz medyaya daha çook Özgecan'lar kurban veririz. Vesselâm.