Metin Özer
Taksim
Eskimiş, sararmış bir kâğıt. Üzerinde bazı imzalar ve İbranice notlar var. En üstte sağ tarafa 29 Kasım 1947 tarihi atılmış. Hemen yanında da şu başlık yer alıyor: “Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Oylama Tutanağı”. Filistin topraklarının Araplarla Yahudiler arasında paylaştırılmasını konu alan ünlü oylamanın sonuç belgesi bu. Hangi ülke ne yönde oy kullanmış, hepsi görülüyor.
“Evet” veren 33 ülke: Avustralya, Belçika, Bolivya, Brezilya, Belarus, Kanada, Kosta Rika, Çekoslovakya, Danimarka, Dominik Cumhuriyeti, Ekvador, Fransa, Guatemala, Haiti, İzlanda, Liberya, Lüksemburg, Hollanda, Yeni Zelanda, Nikaragua, Norveç, Panama, Paraguay, Peru, Filipinler, Polonya, İsveç, Ukrayna, Güney Afrika Birliği, ABD, Sovyetler Birliği, Uruguay, Venezüella.
“Hayır” veren 13 ülke: Afganistan, Küba, Mısır, Yunanistan, Hindistan, İran, Irak, Lübnan, Pakistan, Suudi Arabistan, Suriye, Türkiye, Yemen.
“Çekimser” kalan 10 ülke: Arjantin, Şili, Çin, Kolombiya, El Salvador, Etiyopya, Honduras, Meksika, İngiltere, Yugoslavya.
Bugün de İsrail çizgisinde yer alan Batılı ülkelerin “evet” demesi gayet normal görünüyor. Ama Ortadoğu coğrafyasına hem fiziksel hem de siyasal yönden epey uzak olan bazı ülkelerin de bu yönde oy kullanması ilginç. Paraguay, Peru, Dominik Cumhuriyeti, Ekvador vb. böyle örneğin. Sorunun cevabını araştırdığımızda, karşımıza klâsik bir gerçeklik çıkıyor: Siyonist örgütler ve bu ülkede iş yapan önemli Yahudi tröstler, oylamanın sonucunu garanti altına almak için kesenin ağzını açmışlar. Bu ülkelerden bazılarının temsilcileri düpedüz parayla satın alınırken, bazılarında borçlar silinmiş, bir kısmında da yatırımların ülkeden çekilmesi gibi ekonomik tehditler kullanılmış. BM’deki tarihi oylamanın sonucu, bu yönüyle büyük ölçüde yolsuzluk ve rüşvetle belirlenmiş. Günümüzde de, uluslararası ilişkilerin birçok cephesinde aynı usul sürdürülüyor.
“Filistin bölünmesin” diyen ülkeler arasında Yunanistan ve Hindistan özellikle dikkat çekiyor. İç savaşla boğuşan Yunanistan’ın böyle bir tercihte bulunması tamamen dönemin uluslararası ilişkiler dengeleriyle açıklanabilirken, oylamadan sadece üç ay önce İngiltere’den bağımsızlığını kazanan Hindistan’ın oy rengi enteresan. İngiliz siyasetinin Hindistan üzerindeki direkt etkisi, belki durumu açıklayabilir.
Listeyi görmesek rahatlıkla “kesin evet demiştir” tahmininde bulunabileceğimiz İngiltere’nin çekimser kalması, oylama sonucunun en büyük sürprizi belki de. On yıllardır Aynı anda hem Arapları hem de Yahudileri idare etmeye çalışan İngiliz dış politikası, nihayet Filistin manda yönetimini artık sürdüremeyeceğine kanaat getirince durumu BM’ye havale ederek işin içinden çıkmak istemişti. Hem Siyonistlerin hem de Arapların nefretini aynı anda kazanan İngiltere, oylamadan sonraki muhtemel kayıplarını en aza indirmek için “evet” ya da “hayır” demek yerine orta yolu tutmayı seçti. Oylama sonucuna göre, “çekimser”lik de aslında “evet” anlamına geliyordu gerçi.
İngiliz manda yönetimi boyunca büyük ve kanlı çatışmalara sahne olan Filistin toprakları, BM’deki oylamadan İsrail’in kuruluşunun resmen ilân edildiği 14 Mayıs 1948’e kadar yeni bir şiddet sarmalına savruldu. 9 Nisan 1948 günü gerçekleşen Deyr Yasin Katliamı başta olmak üzere çok sayıda suça imza atan Siyonist terör örgütleri, devletin kurulmasından sonra birleşik bir ordu meydana getirerek, Arap ülkelerinin profesyonel birliklerini mağlup etmeyi başardı. ABD’nin direkt şekilde Siyonistlerin arkasında durduğu çatışmalar, yaklaşık bir yıl sonra tamamen durulduğunda, Ortadoğu’da artık yeni bir devlet vardı: İsrail.
Arap devletleri açısından ise, “Filistin davası” adlı sakızı herkesin birbirinden daha kuvvetli şekilde çiğnemekte yarışacağı, yeni ve çalkantılı bir dönemin başlangıcıydı bu. Filistin’e “cami avlusunda bulunmuş bebek” muamelesinin yapılacağı, Arap liderlerin meseleyi iç siyasete malzeme haline getirecekleri, en büyük acıyı ise Filistin halkının çekeceği, trajedilerle dolu bir dönemin…
***
29 Kasım Çarşamba akşamı, Filistin’in Araplarla Yahudiler arasında bölüştürülmesi tasarısının BM’de kabulünün tam 70’inci yıldönümünde, Kudüs’ten dönerken aklımda bunlar vardı. Kaçan fırsatlar, kaybedilen savaşlarla ilgili alternatif senaryolar, İslâm dünyası olarak durduğumuz yerin koordinatları, halkların ve hükümetlerin dönem dönem Filistin meselesine yaklaşımındaki değişimler de bu düşüncelere eşlik etti elbette. Zaman zaman, bol “keşke”li cümleler kurmadan da edemedim.
Filistin bağlamında “taksim” deyince genellikle BM’deki o ünlü oylama akla gelse de, aslında kastetmemiz gereken şey, İslâm dünyasının Filistin konusundaki paramparça (taksim taksim bölünmüş) hali olmalı. Retorik düzeyinde Filistin’e sahip çıkılıyor görünse de, eylem düzeyinde başka tavırlar sergilendiği için, taksimin üzerinden geçen on yıllar boyunca durum daha da kötüleşti, kötüleşiyor.
Tam da ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak resmen tanımaya hazırlandığı haberlerinin çıktığı şu günlerde, taksim olmuş manzaramız ve taksim edilmiş duruşlarımız üzerinde bir kez daha düşünme zamanı…