Farkında mısınız, bilmiyorum: Dünyanın geleceğini belirleyebilecek bütün büyük ölçekli küresel sorunlar Türkiye'nin etrafında yaşanıyor.
Irak'ın işgal edilmesinin ve parçalanmasının nedeni de, Suriye'nin cehenneme çevrilmesinin ve parçalanmanın eşiğine sürüklenmesinin nedeni de Türkiye'nin önce hem içerden hem de dışardan kuşatılması, sonra da parçalanmasıdır.
Eğer bunu göremiyorsak, hiç bir şeyi göremiyoruz demektir.
CEVABI VERİLMESİ GEREKEN ÜÇ HAYATÎ SORU
Cevabı verilmesi gereken üç hayatî soru var.
Birincisi: Batılı emperyalistler, dünyanın geleceğini neden Türkiye'nin etrafını cehenneme çevirerek, dolayısıyla Türkiye'yi çift yönlü bir kuşatmaya kalkışarak gerçekleştirme kaygısı güdüyorlar?
İkincisi: Türkiye, bu çift yönlü kuşatmayı nasıl püskürtebilir?
Üçüncüsü ve en önemlisi de, Türkiye'nin aydınları, özellikle de laik-Kemalist-ulusolcu aydınları, Türkiye'nin neden kuşatıldığı konusunda niçin hiç bir fikre sahip değiller? Bu üç soruyu topluca cevaplandırmaya çalışacağım bu yazıda kısaca.
BATILILAR SÖMÜRDÜ, OSMANLI BİRARADA NASIL YAŞANABİLECEĞİNİ GÖSTERDİ
Osmanlı hangi gerekçelerle durdurulduysa, Türkiye de aynı gerekçelerle kuşatılıyor.
İyi de, Osmanlı ile Türkiye aynı “şey” mi?
Osmanlı'nın varlık nedeni, İslâm'dı: İslâm'ın sunduğu bir medeniyet iddiası vardı: İnsanlığa hakikat medeniyetini ulaştırmak.
Osmanlı, iddiasını hayata geçirmeyi başardı. Üstelik de tarihte bir benzerine rastlanmayacak ölçekte!
Laik Batılılar, bütün dünyayı sömürgeleştirdiler; bütün medeniyetlerin ya kökünü kazıdılar ya da fosilleştirdiler. Hiç birine hayat hakkı tanımadılar...
Çin, Hint ve Japon medeniyetleri gibi yaşamaya direnenleri dekapitalistleştirerek, yani kendine benzeterek yuttular, uyuttular ve direnç noktalarını kırdılar.
Oysa aynı zaman dilimi içinde, üç kıtada altı asır hükümfermâ olan ve varlık nedenini İslâm'ın oluşturduğu Osmanlı, tarihte gelmiş geçmiş bütün medeniyetlerin üzerine oturmasına rağmen hiç birini yok etmedi; aksine hepsinden -vahyin filtresinden geçirerek- beslendi; hepsini de besledi. Hiç birini yutmadı; hiç biri tarafından da yutulmadı: Temel dayanakları sağlamdı zira.
Batılı emperyalistler, Osmanlı'yı durdurmak için inanılmaz savaşlar verdiler. İçerden ve dışardan büyük tezgâhlar çevirdiler.
Sadece bir örnek kâfî: Batılılar, özellikle de İngilizler, Tanizamat'tan itibaren Osmanlı entelijansiyasının beynini yıkadılar; bir kısmını resmen satın aldılar. Öyle ki, yalnızca Abdülhamid döneminde Avrupa'da 98 gazete ve dergi çıkarttılar Osmanlı ve Abdülhamid aleyhine yayın yapan. Birinci sınıf tarihçilerimizden Ali Birinci Hoca bu konuda çığır açıcı çalışmalara imza attı.
LAİKLİK, BU TOPLUMUN MEDENİYET İDDİALARINI YOK ETME PROJESİDİR!
Sonunda Osmanlı durduruldu, yerine Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.
Biraz önce de söylediğim gibi, Osmanlı'nın varlık nedeni İslâm'dı. Laik Türkiye Cumhuriyeti'nin varlık nedeni ise, İslâmî iddialarımızı reddetmek ve terketmekti.
Tanpınar, bunu, “kültürel inkâr” diye tarif etmişti. Kültürel inkâr, kaçınılmaz olarak kültürel intihara dönüşecekti.
Bu yakıcı gerçeği, laik Cumhuriyetin elitlerini yetiştiren kadro hareketi'nin kurucusu Şevket Süreyya Aydemir bile itiraf edecekti: “Her şeyi yıktık ama yerine hiç bir şey yapamadık” diye dile getirecekti İnkılap ve Kadro başlıklı kitabında bunu.
Sözü uzatmaya gerek yok: Türkiye Cumhuriyeti, ister Batılıların saldırılarını püskürtme kaygısıyla olsun isterse bile isteye olsun, laikliği,bu ülkeyi İslâmî iddialarını yok etmek üzere benimsemiş ve bütün kurumları İslâm'dan arındırarak laikleştirmişti.
TÜRKİYE, MEDENİYET İDDİALARINA SAHİP ÇIKINCA KUŞATILDI
Kimse kimseyi kandırmasın. Hele de, “laik devlet, kimsenin dinine, ibadetine karşıyor mu?” diyerek milleti aptal yerine koymasın, milletle kafa bulmaya kalkışmasın. Çok komik oluyor çünkü!
Ama bu toplum, İslâmî iddialarının yok edilmesine göz yummadı; yarma harekâtları gerçekleştirerek direndi. Ve Türkiye'nin yeniden medeniyet iddialarına sahip çıkacağını, bir sonraki aşamada, İslâm dünyasını toparlayabilecek bir noktaya ulaşacağını gösterdi.
İşte ne olduysa, bu gerçeğin yaklaşık 30 yıldır, bizzat Batılılar tarafından anlaşılmaya başlanmasıyla oldu. Türkiye'nin etrafı kuşatıldı; Irak işgal edildi; Suriye ve Irak'ta DAEŞ icat edildi; Türkiye hem içerden hem dışardan -başta PKK terör örgütü olmak üzere- parçalanmakla tehdit edildi.
Son olarak bizzat FETÖ kullanılarak büyük bir saldırıya maruz kaldı ama bu saldırı bu asil millet tarafından destansı bir şekilde püskürtüldü.
Özetle: Türkiye'nin kuşatılmasının nedeni, bizim, yeniden medeniyet iddialarımıza sahip çıkarak gelmekte olduğumuzu hissettirmemizdi.
Bunun en önemli iki göstergesi, Suriye'deki mazlumlara kol kanat germemiz ve Somali'yi, hep birlikte seferber olarak -Allah'ın yardımıyla- açlıktan kurtarmamızdı. Bu iki önemli hâdiseyle şunu söylemiş olduk emperyalist laik Batılılılara: Dünyada, ruh, yalnızca Anadolu kıtasında var. Merhamet ve şefkat eli ancak Anadolu kıtasından dünyaya uzanacak...
İşte bu mesaj alındı ve Türkiye kuşatıldı.
BAŞKALARININ KAVRAMLARIYLA KENDİ DÜNYANIZI KURAMAZSINIZ
Fakat bizim dünyaya sunacağımız şey, hangi din ve inançtan olursa olsun, adalete, merhamete, barışa ve kardeşliğe dayalı işte bu hakikat medeniyeti fikri olmasına rağmen Türkiye'de 16 Temmuz'dan itibaren fosilleşmiş laiklik pompalanıyor mütemadiyen.
Bir laik Batılıların ortaya koydukları emperyalist, sömürgeci, işgalci barbarlık tecrübesine bakın, bir de bizim herkese hayat hakkı tanıyan, insanlığa adalet, hakkaniyet ve sulh armağan eden İslâmî ilkelere dayalı medeniyet tecrübemize bakın ve elinizi vicdanınıza koyun, -dünyada bizden başka yalnızca Fransa'da uygulanan ve karikatüre dönüşen-laiklik tasmasını bu milletin boynuna geçirmeye kalkışmayın.
Şunu söylüyorum sadece: Başkalarının kavramlarıyla kendi dünyanızı kuramazsınız. Dünyanın “kralı” olamazsınız. Kendi dünyanınızı da kaybedersiniz ve dünyanın krallarının soytarıları olursunuz yalnızca.
Ahmet Arslan
Osmanlı hangi gerekçeyle durdurulduysa Türkiye de aynı gerekçeyle kuşatılıyor!
09 Eylül 2016, Cuma
İçerik 3003 kez listelendi