Ortadoğu terimini ilk olarak kimlerin kullandığı ve bu terimin hangi coğrafi sınırları kapsadığı tartışmalıdır. Genel kabule göre, İngiliz Dışişleri Bakanlığı bünyesindeki Hindistan Dairesi diplomatları tarafından 1850'lerde dile getirilen kavramın yaygınlaşması, 1902'de ABD'li denizci ve stratejist Alfred Thayer Mahan'ın kaleme aldığı bir makale vasıtasıyla oldu. Bir İngiliz dergisi olan 'National Review'de 'Ortadoğu' ifadesini Basra Körfezi'nin etrafındaki alanları tanımlamak için kullanan Mahan'ın ardından, çok sayıda gazeteci ve akademisyen de aynı yolu izledi. Terim, böylece dünyanın bütün dillerine girerek, Arap coğrafyasının merkezî bölgelerinin tanımlanmasında kullanılır hale geldi.
İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesine kadar, Türkiye ve çevresindeki ülkeler “Yakındoğu”, Mezopotamya'dan Myanmar'a (o zamanlar Burma) kadar olan ülkeler “Ortadoğu”, Çin ve çevresi ise “Uzakdoğu” olarak telakki ediliyordu. Daha önceki dönemlerde ise, “Yakındoğu” ile Balkanlar ve diğer Osmanlı İmparatorluğu toprakları, “Ortadoğu” ile İran, Kafkaslar, Afganistan ve Orta Asya, “Uzakdoğu” ile de Çin, Japonya ve Kore kastediliyordu.
Alfred Thayer Mahan'ın çizdiği çerçeve, tüm bu tanımların hepsini geride bırakarak, günümüzde gerek medya dilinde gerekse akademik dünyada tercih edilen yegâne tanımlama olarak yerleşti. Tanımın dışında kalsa bile, bölge meselelerine dâhil oluşları nedeniyle Mısır ve Türkiye'yi de Mahan'ın çerçevesinin içine katmak mümkündür. Coğrafi olarak 'Afrika ülkesi' kabul edilen Mısır ve fiziksel anlamda Avrupa'ya daha yakın duran Türkiye, Ortadoğu'daki hiçbir problem ve gelişmenin dışında kalacak durumda değildir.
Batılıların doğusunu ve onların coğrafi yön algısını belirttiği için, 'Ortadoğu' kavramına Müslüman dünyadan haklı eleştiri ve itirazlar yükseltilmiştir. Alternatif olarak ortaya atılan “Batı Asya” ve “Doğu Akdeniz” gibi kavramlar ise hem bölgeyi tanımlamakta ve kuşatmakta yetersiz kalmış, hem de kullanım noktasında yaygınlaşamamıştır. Bunda “Bir coğrafyaya, onu şekillendiren ve yönetenler isim verir” kuralının etkili olduğu aşikâr.
***
Kur'ân'ı coğrafi veriler üzerinden okuduğumuzda, karşımıza ilginç bir tablo çıkar. Hz. Peygamber'e ve Müslümanlara kendilerinden söz edilen bütün peygamberlerin, bugün 'Ortadoğu' olarak adlandırılan bölgede yaşamış olması gerçekten çok çarpıcıdır. “Bir kısım peygamberleri sana anlattık, bir kısmını da anlatmadık” diyerek dikkatleri “anlatılanlar”a çeviren Kur'ân'ın çizdiği tabloya göre:
Kuzey sınırda, Hz. İbrahim vesilesiyle Harran vardır. Güney sınır, Hz. Hûd'la birlikte Yemen'e iner. Doğuda, bugünkü Irak topraklarında yer alan (Hz. Yunus'un memleketi) Ninova vardır. Batıda ise sınır, Hz. Yusuf ve ardından Hz. Musa ile Mısır'a kadardır.
Kur'ân'da kendilerinden söz edilen bütün peygamberler bu dar kare içinde yaşamışlar, bütün mücadele burada verilmiş, kıyamete kadar gelecek olan insanlığa anlatılmaya değer görülen tüm kıssalar, bu coğrafyada cereyan etmiştir.
Ortadoğu coğrafyasına Kur'ân penceresinden baktığımızda (ki Tevrat ve İncil de aynı bölgeyi işaret eder), bugün bütün dünya devletlerinin etkili ve hâkim olmak için yarıştıkları alanla, âyetlerin çerçevesini çizdiği alanın tamamen örtüştüğünü görürüz. Burası aynı zamanda, Kur'ân'ın, içinin ve çevresinin bereketlerle doldurulduğunu defaatle belirttiği bir coğrafyadır.
İslâm, sadece mistik ve duygusal bir inanç değildir. İslâm'ın temel metni Kur'ân'ın siyasi, coğrafi ve jeo-stratejik okumalarına da ihtiyacımız var. Kur'ân'daki işaretlerden hareketle üretilecek bir uluslararası ilişkiler ve coğrafi önem teorisi, Müslüman âlimlerin ve siyaset bilimcilerin henüz ilgilenmedikleri ve bâkir bıraktıkları, hayati bir sahadır.
***
İlahî hikmetin de açıkça gösterdiği gibi, Ortadoğu coğrafyası insanlık tarihi için tâ en başından beri en önemli merkez nokta olagelmiştir. Tarih boyunca, bu coğrafyaya (ve özellikle de Filistin ve çevresine) hâkim olan devletler, “dünya imparatorluğu” seviyesine yükselmişler, küresel bir güç haline gelmişlerdir. Bu hakikat, bugün de değişmiş değildir. Filistin ve çevresinde üstünlük kimin elindeyse, dünyada da onun sözü geçmektedir. Bunun tersi de doğrudur: Dünyada kimin sözü geçmekteyse, Filistin ve çevresinde de üstünlük onun elindedir.
Tarih hamasî sloganlarla, basit genellemelerle ve ezbere yaklaşımlarla anlaşılamaz. Tarih anlaşılmadan da günümüzü ve geleceğimizi koruyup kurmamız mümkün değildir. Dünyayla mücadeleye ve yarışa girişmenin başlangıç noktası, bugünlere nasıl gelindiğini soğukkanlılıkla ve objektif bir tutumla değerlendirmek olmalıdır.
Ortadoğu kavramını kullanıp kullanmayacağımızı tartışırken geçirdiğimiz vaktin çok daha fazlasını, bu bölgeyi derinlemesine bilmek, tanımak, okumak ve anlamak için harcamamız gerekiyor. Bu coğrafyada emelleri olduğundan şikâyet ettiğimiz “dış mihraklar”ın bize olan ilgisinin çeyreğini, biz kendi kendimize göstermiyorsak, ters giden bir şeyler var demektir.