Seçilmiş cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin askeri darbeyle devrilerek hapse atıldığı Mısır'dan, hukukun nasıl işlediğini gösteren bir haber geldi geçtiğimiz günlerde: 2011'deki halk ayaklanmasıyla koltuğunu bırakmak zorunda kalan Hüsnü Mübarek'in, kendisine isnat edilen suçlardan aklanarak serbest bırakılmasına karar verildi. Oğulları Cemal ve Alâ, zaten geçtiğimiz yıl hapisten çıkmışlardı. Mübarek'in de özgürlüğüne kavuşmasıyla, ülkede Arap Baharı sanki hiç yaşanmamış oldu, başa dönüldü.
Halk ayaklanmasının başlangıcından bu yana Mısır'da yaşananlara baktığımızda, ordunun krizi yönetme biçimi, Mübarek ve oğullarını “kansız biçimde” iktidardan düşürmek fikri etrafında şekillenmiş görünüyor. Ordu, eski başkomutan Mübarek'e saygıda kusur etmeyerek, kendisini adeta emekliye sevk etti. Tiyatro misali duruşmalara sedyeyle katılan Mübarek, mahkeme salonlarında da azami saygı gördü. 'Hapis' tutulduğu hastane şartları da gayet konforluydu; doğum günlerini kutlamaya gelen hayranlarına pencereden el sallamasına bile ses çıkarılmadı.
Mısır'da 2011 öncesinde orduyu özellikle rahatsız eden husus, Cemal Mübarek'in babasının yerini alması ihtimaliydi. Ayaklanma ve gösteriler, orduya bu ihtimali gayet şık bir şekilde devre dışı bırakma imkânı verdi. Mübarek ailesi, göstericilerin talep ettiği her şeyle suçlandı, haklarında iddianameler yazıldı; ama ne ceza aldılar, ne de hapsedilen diğer zanlılar gibi muamele gördüler. Ülkede ciddi şekilde söz sahibi olan ordu, istediğini elde etmişti. Mübarek'ler de halkın öfkesi yatışıp kamuoyu yeni sorunlarla boğuşmaya başlayınca, “hapishane misafirliği”nden azat edildiler.
Dolayısıyla, Hüsnü Mübarek hakkında verilen tahliye kararı, Mısır şartlarında hiç şaşırtıcı değil. Süreç gayet ustaca ve kitabına uygun şekilde yürütüldü ve sonlandırıldı. Şimdi mevcut Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi, kendi iktidarını sağlamlaştırmak adına Mübarek'le ilgili küçük tasarruflarda bulunabilir, ama o da bir noktadan ileri geçmez, geçemez.
***
Muhammed Enver Sedat'ın 6 Ekim 1981 günü suikasta kurban gitmesinden itibaren, tam 30 yıl boyunca Mısır'ı yöneten Muhammed Hüsnü Mübarek'in iki yüzü vardı: Baskıcı ve despot bir yönetici olarak, insan haklarını ve demokrasiyi hiçe sayan bir diktatördü bir yanıyla. Ancak halkın ciddi bir kesiminin gözünde de milli bir kahraman ve istikrarın sembolüydü. Mübarek'i nasıl değerlendirdiğiniz, ona baktığınız yöne göre değişiyordu. Bu anlamda, okuma-yazma bilmeyen bir Mısır köylüsünün bakışıyla, meselelere idealler çerçevesinde bakan birinin bakışı da elbette birbirinin aynı değildi. Ne var ki, ideallerin pek kazanamadığı bir ülkeydi Mısır.
Mübarek'in şansı, ülke içinde kendisinin karşısında duran kesimlerin birbirinden kopuk ve halkın genelini ikna etmekten uzak oluşlarıydı. Mısır halkının fakirliği, ordunun elinde tuttuğu ciddi ekonomik kaynaklar ve toplumun genlerine sinen lidere itaat olgusu da Mübarek yönetiminin elini kolaylaştıran unsurlardı. Dahası, uzun iktidarı boyunca ülkedeki dini cemaatlerin, azınlık grupların ve Ezher ulemasının kâhir ekseriyeti de Mübarek'in yanındaydı.
Takvimler 2011'i gösterdiğinde, Mübarek yaşlanmış ve yıpranmış bir cumhurbaşkanıydı artık. Değiştirilmesi ve yönetimin tazelenmesi gerekiyordu. Ama ülkede kurulu düzen, Mübarek'in koltuğuna yine onun gibi birinin oturmasını öngörüyordu. Ordu işte bu noktada, hem seçimleri maniple ederek hem de protestocuların isteğine boyun eğmiş görünerek önce Müslüman Kardeşler'e geçit verdi, ardından iktidarı yeniden eline aldı.
2012'de Muhammed Mursi'nin cumhurbaşkanı olduğu seçimde, aslında rakibi Ahmed Şefik'in seçimi kazandığına, ancak ordunun hile yaparak Mursi'yi koltuğa oturttuğuna dair ciddi şüpheler var. Böylece, kuruluşundan bu yana hiç iktidar tecrübesi yaşamamış olan Müslüman Kardeşler, asla kaldıramayacakları bir enkazın üstüne itilecekler, başarısız olduklarında da alaşağı edileceklerdi. Nitekim öyle de oldu. Ahmed Şefik ise, halktan gördüğü teveccühün yönetimde yarattığı korku nedeniyle hâlâ sürgünde yaşıyor, Mısır'a dönmesine izin verilmiyor.
***
Mısır ve Hüsnü Mübarek örneğinin bize hatırlattığı bir başka şey de şu: Ön kabullerle ve ezberlerle İslâm dünyasında yaşanan gelişmeleri anlamamız mümkün değil. Her ülkeyi kendi iç dinamikleri, kurumları ve kaideleri çerçevesinde değerlendirmek, doğru sonuçlara ulaşma açısından bir mecburiyet. Öbür türlü, afaki yorumlarla hakikatin epey uzağına düşmüş oluruz.
“Demokrasi” kavramının, her halkın zihin dünyasında başka başka anlamlara geldiğini de unutmamak gerekiyor bu arada. Örneğin Mısır'da halkın önemli bir kesiminin, Mursi'nin devrilmesinin demokrasiyle çelişmediğini savunduğunu görmemiz mümkün. Ordunun, “bozulan durumu düzeltme adına, siyasete müdahale etmek zorunda kaldığını” düşünen Mısırlı sayısı hiç de az değil. Tıpkı bizde 12 Eylül askeri darbesini bir tür “mecburiyet” olarak savunanların ve “asayişi sağladığı için” Kenan Evren'e rahmet okuyanların bulunması gibi…
Metin Özer
Mübarek’e tahliye ve akla gelenler
22 Mart 2017, Çarşamba