Ahmet Arslan
Medresesiz ve tekkesiz bir yere gidemeyiz!
Fatih'e toz kondurmayız ama Fatih'i Fatih yapan ruhun ne olduğunu bilmeyiz.
Bizim trajedimiz bu!
Sağında Akşemseddin / tekke, solunda Molla Gûrânî / medrese olmasaydı, Fatih, Fatih olabilir miydi?
Fatih, medresenin karşısına tekkeyi boşuna yerleştirmemişti, değil mi?
BATIDAKİ ÜNİVERSİTENİN GERİSİNDE MEDRESE VAR!
Ezberler bizi ezer, yok eder, kölesi hâline getirir. Ezberler çöpe, diyorum ve bu yazıda ezberlerimizi altüst edeceğimi ifade ediyorum.
Bugün, geliştirilmiş en insânî ve imajinatif “eğitim” sistemi medresedir. O yüzden, Batı'da, özellikle de ABD'de eğitimin zirvesi doktora programının gerisinde medrese vardır. Bizden alınmış, adapte edilmiştir.
Bütün medeniyetler arasındaki ilişkiler bu alış-verişlerle gerçekleşir.
Türkiye'deki -özellikle zihin-özürlü entelijansiya tarafından- çarpık anlaşılan konulardan biri medrese konusu.
Medrese, yaklaşık bin küsur yıl İslâm medeniyetinin temellerini atan maarif kurumunun adı. Ve İslâm medeniyetinin geliştirdiği, medeniyeti yeşerten, filizlendiren, yeni ufuklara eriştiren, bütün insanlık birikimini kendine maleden özgün bir eğitim modeli.
Yalnızca insanlık birikimini kendine maleden, yorumlayan ve aşan yolculuklar, insanlığın önünü açar.
İşte bu nedenledir ki, Müslüman medreseleri, Batı üniversitelerine de kaynaklık etmiş, dünyanın birikiminin Batı'ya ulaşmasını sağlamıştır.
MEDRESENİN ÇÖKMESİ: MEDENİYETİN ÇÖKMESİ
Bugün medrese'nin -Türkiye'de- yaşamıyor olmasının nedeni, İslâm medeniyetinin çökmesidir. Türkiye'nin dışında İslâm dünyasında medrese -bir şekilde- varlığını sürdürüyor ama hiçbir yaratıcı atılıma, öncü açılıma öncülük edebilecek çapa ve niteliğe niteliğe sahip değil.
Medeniyetin çökmesi, medresenin de çökmesini beraberinde getirdi. Tersi de doğru: Medresenin çökmesi, medeniyetin temellerini sarstı ve çökmesiyle sonuçlandı.
Ulema gitti, “film koptu”: Medeniyet gökkubbemiz çöktü, üzerimize yıkıldı: “Baş''la “gövde” birbirinden ayrıldı. Müslümanca biliş, duyuş, düşünüş, zevk ve beğeni biçimlerimiz yokoldu. Çöl'e mahkûm olduk...
Asıl yakıcı mesele şu, burada: Müslüman toplumlar, medreseye yeniden diriltici bir ruh üfleyemezlerse, yeniden esaslı bir medeniyet hamlesi gerçekleştiremezler. Müslümanca duyuş, düşünüş ve varoluş biçimini, ancak İslâmî bir maarif modeli geliştirebildiğimiz takdirde yeşertebiliriz yeniden.
MEDRESE RUHU VE UFKU, BATI'DA YAŞIYOR!
Türkiye'deki entelijansiyanın ve uzantısı kapıkulu medyanın ezberini bozacak bir gerçeğe dikkat çekmek istiyorum burada.
Bugün Türkiye'de de, İslâm dünyasında da medrese ölü; medrese ruhu, bir şekilde, Batı'da yaşıyor aslında! Batı'daki en yüksek eğitim kurumlarının başvurduğu ve yaşattığı bir eğitim biçimi ve ruhu bu.
Medrese'de yüksek fikir, alanında zirve'yi temsil eden âlimin dizinin dibine oturarak geliştirilir.
Bir meseleye yoğunlaşan ''talebe'', o meselede zirve noktayı temsil eden âlimin izini sürer ve örneğin Kurtuba'da yaşayan bu ''talebe'', sözkonusu zirve âlim Bağdat'ta, Kahire'de, Basra'da ya da Tunus'da bile olsa o âlimi bulur, onun rahle-i tedrisinden geçer.
Tabii bunun için, bir dolu yolu aşması, zorunlu icazetleri alması zarûrîdir.
MEDRESE: HABITUS, KÜLTÜREL EKOLOJİ YA DA MUHİT
Ayrıca Lapidus'un -İletişim Yayınları'ndan Yasin Aktay'ın çevirisiyle yayımlanan- İslâm Toplumları Tarihi başlıklı özgün çalışmasında da enfes bir şekilde gösterdiği gibi, talebe-hoca ilişkisi, yalnızca bir bilgi alma-bilgi aktarma ilişkisi değil; kendi terimlerimle ifade edecek olursam, bir geleneği tevarüs etme (öğrenme), temellük etme (özümseme) ve temessül etme (örnekleyerek başkalarına iletme) ilişkisidir.
Zirve bir âlimin dizinin dibine oturan parlak bir talebe, medresede, sadece ilim tahsil etmez; o ilmi vareden ruh âlemini, hayat iklimini, zihin, davranış ve yaşayış biçimlerini de tahsil ve tevarüs, temellük ve temessül eder.
Medrese, Bourdieu'nun deyişiyle, tastamam bir habitus'tur: Bir kültürel ekoloji kaynağıdır.
Talebenin, bir medeniyetin hayatının ve hakikatinin, hassasiyet ve dikkatlerinin, idrak ve varoluş biçimlerinin geliştirdiği ve yaydığı havayı da, bu havanın ürettiği ritmleri de öğrendiği, soluduğu, duyduğu ve başkalarına da duyurma coşkusu ve heyecanıyla dolduğu bir habitus, bir ilim, irfan ve hikmet muhit'idir.
Medresede, talebe, ilim öğrenmez sadece. Karakterini, kişiliğini, duyarlıklarını da tahkim eder. Bir geleneği yaşar ve yaşatacak bir ruhla, idealle ve vecdle dolar ve kendini aşar.
Ayrıca medresede hem multi-disipliner, hem de inter-disipliner bir eğitim modeli, geçişken ve disiplinlerin birbirini karşılıklı olarak besleyen imajinatif -tastamam çağdaş- bir eğitim programı geliştirilmiştir.
İşte bu medrese modeli, bugün Batı'da -özellikle de Amerika'da- doktora programlarında adapte edilerek bir şekilde uygulanan bir modeldir. Lapidus, bu meseleyi etraflıca anlatır.
Böyle bir şeyin olması doğaldır. Çünkü Batı'daki -modern Batı'yı kuran- Paris, Oxford, Padua, Bologna, Palermo, Marburg üniversitelerinin modeli, Bağdat, Kurtuba, Ezher ve Mağrip'teki medrese modelidir.
YENİ GAZALî'LER, İBN ARABî'LER VE ITRÎ'LER OLMADAN ASLA!
Özetle, bizim tarihte geliştirdiğimiz eğitim modeli, esas itibariyle medrese ve tekke modelidir.
Müslüman toplumlar, eğer yeniden toparlanacaklarsa ve tarihe tarihi yapacak bir aktör olarak gireceklerse, bunun öncelikli yolunun, “entelektüel” tipinden değil, âlim, ârif ve hakîm şahsiyetlerinin, yeni Gazâlî'lerin, İbn Sina'ların, Mevlânâ'ların, İbn Arabî'lerin, Ebu Hanife'lerin, Itrî'lerin, Şeyh Galip'lerin, Bediüzzaman'ların yetiştirilmesinden geçtiğini iyi bilmeliler.
Başka türlü bir arpa bile yol alamayacağımızı, yalnızca bu ülkenin enerjisini su gibi harcamış olacağımızı, sürgünümüzü uzatacağımızı iyi bilelim, aklımızı başımıza devşirelim, kendimize gelelim; sözün özü, “evimiz”e dönelim önce, “kendi”mize, diyorum.