Metin Özer
Kuşatma
Geçtiğimiz haftadan bu yana belki de en çok gördüğümüz fotoğraf, iki aylık Suriyeli bebek Kerim Abdurrahman’a ait. Şam’ın Doğu Guta bölgesinde Beşşar Esed güçlerine ait savaş uçaklarının bombardımanında hem annesini hem sol gözünü kaybeden Kerim için dünyanın vicdanı da seferber oldu.
Sosyal medyada düzenlenen dayanışma kampanyasına farklı ülkelerden katılan on binlerce insan, elleriyle sol gözlerini kapatıp, Kerim’e “Yalnız değilsin, biz seni görüyoruz” mesajı verdi.
İran ve Rusya’nın desteklediği Esed rejiminin dört yıldır kuşatma altında tuttuğu 400 bin nüfuslu Doğu Guta’da, kelimenin tam anlamıyla bir insanlık dramı yaşanıyor. Bombardıman, tıbbî yetersizlikler ve açlık nedeniyle şimdiye dek binlerce kişinin hayatını kaybettiği Doğu Guta, 2011’den bu yana devam eden çatışmaların da son evresini oluşturan bölgelerden biri. Suriye’nin İdlib kenti ve çevresi de tıpkı burası gibi sıklıkla Suriye ve Rusya ordularına ait savaş uçaklarının saldırılarına hedef oluyor.
Ağır kuşatma nedeniyle Doğu Guta’ya yardımların ve temel gıda malzemelerinin kaçak yollarla ve Esed askerlerine rüşvet verilerek sokulduğuna dikkat çekilirken, bu durum bölgede fiyatları da astronomik düzeylere çıkardı. Bir kilogram çayın fiyatı 100 dolar, aynı miktardaki şeker ise 30 dolar civarında. Basit bir ilaca rejimin kontrolündeki alanlarda bir dolar ödenirken, aynı ilacın Doğu Guta’daki fiyatı 5-6 dolara kadar çıkıyor. Savaş ve kuşatma, kendi ekonomisini oluşturmuş doğal olarak. İnsani trajediye rağmen, kaostan istifade, her iki tarafta ceplerini dolduranlar da az değil.
Kerim Bebek’in annesini ve sol gözünü yitirdiğine benzer bombardımanlar ise, neredeyse günlük rutin haline gelmiş Doğu Guta’da. Gözlerin görmeye alıştığı (kalplerin de bu nedenle katılaşıp etkilenmez olduğu) enkaz görüntüleri, geçen sene bu zamanlara kadar Halep’te şahit olunan manzaranın aynısı. Halep’e diz çöktüren rejim ve destekçileri, aynı yöntemlerle Doğu Guta’yı da düşürmek istiyor. Bunun kaç sivilin canına mal olacağı ise, kimsenin umurunda değil. Doğu Guta’yı kontrol altında tutan muhalif gruplar da, abluka uzadıkça halk desteğini yitirme ihtimaliyle karşı karşıya.
Öte yandan, Suriye rejiminin 2012’den bu yana ülkenin çeşitli bölgelerine attığı varil bombalarıyla ilgili bir istatistik yayımlandı. Buna göre: Tespit edilebilen varil bombası sayısı 68 bin 334, bu saldırılarda ölen toplam insan sayısı 10 bin 763 (bunlardan bin 734’ü kadın, bin 689’u çocuk). Bombardımanın hâlen İdlib ve Doğu Guta’da sürdüğünü de göz önüne aldığımızda, bu rakamların yeniden güncellenmesinin gerekeceği açık.
«««
Suriye’de tüm bunlar olurken, ülke dışında da “diplomatik süreç” devam ediyor. Rusya ve İran’ın başını çektiği Astana görüşmelerinin 8’incisi tamamlandı. Muhalifler bu çerçevede, Birleşmiş Milletler Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura’ya sundukları 44 sayfalık özel raporda, Suriye rejimiyle PKK-PYD arasındaki koordinasyonun ‘somut’ kanıtlarını da paylaştılar. Diplomasinin Astana ayağına, esir takası gibi bazı kritik başlıklarla hız verilmesi öngörülüyor.
İşin bu türden teknik ayrıntılarını bir yana bırakırsak, Suriye’de bundan sonra sorulması gereken sorular aslında şunlar:
Öyle ya böyle İran-Rusya-Esed cephesi bu savaşın galibi olduğuna göre, Suriye’de bundan sonra ‘huzur’ nasıl sağlanacak? 2011’de barışçıl gösterilerle başlayan, ardından rejim ve muhalifler safında dış etkenlerin de devreye girmesiyle bir savaşa dönüşen olaylar on yılların öfke birikimi olduğuna göre, ilerideki başka muhtemel patlamaların yaşanmaması için alınacak tedbirler neler? ABD ve Rusya’yı işe karıştırmadan Suriye krizine kendi içinde çözüm bulmayı başaramayan İslâm dünyası, yaşananlardan ders alabilecek mi? ‘Yabancı güçler’in Suriye’ye yerleşmemesi için savaşa bütün gücüyle müdahil olan İran, kendisinin de bir ‘yabancı güç’ olduğu Suriye’de hak ve adalete dayalı bir yönetimin tesisine mi çalışacak, yoksa Suriye’yi bir Şii kolonisine dönüştürme adımları mı atacak? Savaşı fırsat bilip Suriye’ye temelli yerleşmeye koyulan Rusya’nın bölgedeki etkisi nasıl kontrol altında tutulacak?
Başka sorular sormak da mümkün elbette. İslâm dünyasının entelektüelleri, düşünürleri, âlimleri, siyasetçileri, kanaat önderleri başlarını ellerinin arasına alıp, “Suriye dersleri”ni dikkatlice çalışmak zorundalar. Taraf tutmadan, duygusallığı ve hayalciliği bir kenara bırakarak. Gözümüzün önünde ölen (ve ölmeye de devam eden) 500 binden fazla insan, tarihin dersleri yeterince çalışılmadığı için bu akıbete uğradı.
Gelecek yıllarda ve yüzyıllarda bizim yerimizi alacak nesiller, “Suriye’de bunca şey nasıl olabildi? Neden müdahale edilmedi? Siviller can verirken İslâm dünyası neden seyretti?” sorularına cevap ararken, kendi dönemlerindeki çatışmalar için makul çıkış yolları bulabilmeliler. Biz, bulamadık.
***
Coğrafyada açılan her yara, üzeri pansumanlanıp örtülse de, günün birinde illa yeniden kanıyor. Bugünkü birçok çatışma, geride bıraktığımız yüzyıllardaki yaraların iyileştirilmeden sarılmasının bir sonucu. Suriye’de, Yemen’de, Libya’da, Mısır’da şahit olduğumuz şeyler, geçmişte geçiştirilen sancıların ölümcül hastalıklara dönüşmüş görüntüleri hep. Ortadoğu’nun siyaset ustaları, tarihe ve coğrafyaya bu açıdan da bakabilse keşke…