Ahmet Arslan
İTİ ÖLDÜRME, KORKUT
14 Haziran 2022, Salı
Türkiye’nin Suriye’de terör örgütünün kontrol ettiği mahallere operasyon yapacağını açıklamasından sonra PKK’dan gelen tepkilerin “kes, kopyala, yapıştır” dışında hiçbir değişiklik ve özgünlük içermediği bir kez daha görülüyor.
İki-üç haftadır hemen her gün sözde bir “PKK yetkilisi” Türkiye’yi tehdit eden açıklamalarda bulunuyor. “Onlar operasyon yaparlarsa biz de şöyle yaparız, böyle yaparız” diyorlar.
Ne yapacaksınız?
Zeytin Dalı Operasyonu öncesinde de Duran Kalkan eşeği (‘eşek’ ifadesi Abdullah Öcalan’a ait. Şam’da yaşarken yaptığı bir nitelemede Duran Kalkan için ‘eşek gibidir’ ifadesini kullanmıştı) “TC Afrin’i alırsa biz de Şırnak’ı alırız” demişti. “Afrin, TC’nin Vietnam’ı olacak” tekerlemesinden bahsetmeye bile gerek yok.
Şimdi her operasyon öncesindeki gibi adeta “ağız ishaline yakalanmışlar” gibi yine benzer ifadeleri tekrarlamaya başladılar. (Esasında bunları sırf fazla gevezelik yaptıkları ve kafa şişirdikleri için telef etmek lazım.) Ne söylemlerinde ne de stratejilerinde zerre kadar bir değişiklik yok.
Pençe-Kilit Operasyonu başlayınca da “gerilla eski taktiklerle savaşmıyor. TC’nin tekniğine (onlar silah üstünlüğünü ‘teknik” olarak ifade ediyorlar) karşı yeni taktikler geliştirdi. TSK’yı büyük sürprizler bekliyor. Geri çekilmeye bile fırsat bulamayacaklar” diyorlardı.
Eee ne oldu?
40 yıldır “Zap Cumhuriyeti” dediğiniz Zap Vadisi’nin tamamına yakını TSK’nın kontrolüne girdi. Metina bölgesi ile bağlantısı kesildi ve yüzlerce terörist kıskaca alındı. Günde onar onar ölmeye devam edeceksiniz.
Şimdi de Suriye’deki terörist kalabalıklar teçhizatları ile yılkı atları gibi oradan oraya koşuyor. Türkiye’nin hedef olarak Tel Rifat ve Münbiç’i açıklamasına rağmen, “bir gece ansızın her yerin vurulabileceği ihtimaline binaen” kontrol ettikleri bölgelerin her yerinde “stres enerjisi” ile telef oluyorlar.
Zaten daha asıl operasyon başlamadan da ciddi telefat veriyorlar. Hareket halindeki pek çok PKK grubu TSK ve ÖSO tarafından top ve roket atışlarıyla vuruluyor. Karargâh, üs vs. gibi sabit hedefleri vurmak da TSK için adeta günlük spor haline geldi.
PKK için, operasyon kadar “operasyon korkusu” daha yıpratıcı ve çürütme etkisine sahip.
Şu son iki-üç haftadır asıl operasyon yapılmışçasına tahribat ve kayıplara uğradılar. Pek çok sabit ve hareketli hedef vuruldu. Bunun yanı sıra korku ve panikle sevk ve idarede ciddi aksamalar ortaya çıktığı bildiriliyor. Mevzilerdeki teröristlerin başlarına her an F-16 ve/veya SİHA’lar tarafından düşecek bombaların korkusuyla bunalıma girdikleri, firarların arttığı kaydediliyor.
Ayrıca kontrol ettikleri bölgelere bir gün kendi paçavralarını, diğer gün rejim paçavralarını asıyorlar. Bugün de bazı yerlere Beşar Esed’in kocaman fotoğrafını asmışlar. Yarın da Rusya bayrağı ile Putin’in fotoğraflarını asabilirler.
Kimyaları iyiden iyiye bozuldu.
Kurtlar Vadisinde bir sahne vardı. Süleyman Çakır’ın, “hedef kişileri” tek başına “temizlemesine” bozulan Memati, “vurmuş kadar olduk abi” sözleriyle tepki gösteriyordu.
Bizimki de bunun gibi. Henüz operasyon yapmadan, adeta “yapmış gibi” gibi olduk.
***
BÜYÜK DEVLET VE MİLLET OLMANIN ÖZGÜVENİ
Küresel güçler bir yana, hemen her gün etrafımızda ihtilaflı olan ülkelerin yetkililerinin tehditlerine maruz kalıyoruz. Bir gün Suriyeli bir yetkili, bir gün İranlı eski bir bakan, başka bir gün de Yunanistan’dan muvazzaf ya da sabık bir yetkili düşmanlıklarını açık açık dile getiriyor.
Devlet ve millet bu tehditler karşısında paniklemiyor ama elbette not alıyor. Bu tür tehditler dile getirilmese bile kimin hangi niyetleri taşıdığı bilindiği için her zaman tedbirliyiz.
Ama rutin tedbirlerimiz bile içimizdeki bir güruh tarafından, “Türkiye, Türkler Sevr paranoyası yaşıyor” şeklinde değerlendiriliyor. Bu kadar aleni meydan okuma, işgal planları açıklama Sevr’i bile gölgede bırakırken, içimizdeki liberal solculara göre Türkiye’yi her daim “boş arazi gibi” tutmalıyız. Aksi, “Sevr paranoyasının” tezahürü olur.
İnanın, bizde mesela yeni terhis olmuş bir Onbaşı bile “Yunanistan’ı Trakya üzerinden bilmem kaç taburla, tugayla, şu kadar tankla, şu kadar zamanda işgal ederiz” dese Yunanistan’da halk marketlere hücum eder. Yunan hükümeti de BM Güvenlik Konseyi ile NATO’yu olağanüstü toplantılara çağırır. Bunların paranoyaları, ağlamaları ile aylarca kafamız şişer.
Ama bu kez de liberal sol tayfa “içimizdeki şovenistler, maksimalistler yüzünden gariban Yunan halkı panik ve endişe yaşıyor. Bunlar yüzünden dünyayla bütünleşemiyoruz. Bu kafa bizi bütün komşularımızda papaz ediyor” falan der.
Biz Cumhuriyet kurulduktan sonra geçmişte yaşadığımız felaketleri aklımızdan çıkarmadan tedbiri hiç elden bırakmadık ama büyük bir devlet ve millete yakışan bir özgüven içinde olduk. Ne bir emekli Yunan generalinin ne de eski bir İranlı bakanın hezeyanlarından teyakkuza geçmedik, keyfimizi bozmadık.
Yunanistan’daki televizyonların en az ikisinde her gün saatlerce Türkiye’nin geliştirdiği silahlar ve “işgal planları” üzerine halkı panik ve korkuya sevk edecek, Cübbeli Ahmet Hoca’nın deyişiyle “manyak manyak işler” yapılırken, bizde mesela Yunanistan’ın Fransa’dan aldığı Rafale uçaklarına ilişkin mesele televizyonlarımızda bir senede en fazla 20 dakika ancak konuşulmuştur. Bu sürenin çoğu da tamamen haber amaçlıdır.
Bizim kamuoyumuzun Yunanistan’ın ne aldığı uçaklardan ne de füzelerden haberi vardır. Ama Yunan kamuoyu mesela hem TB-2 SİHA’ların hem de TCG Anadolu gemisinin özelliklerini Türk kamuoyundan iyi bilir. Çünkü sabah akşam bunlarla korkutuluyor.
Ben Türk savunma sanayiini düzenli takip etmediğim dönemde yeni üretilen silah ve füzelerin bir kısmının özelliklerini Yunan sunucu İoannis Theodoratos’un Youtube’de yayınlanan Türkçe altyazılı televizyon programlarından öğrendim. Yunan sunucu Theodoratos’un Türk savunma sanayi ürünlerine ilişkin tek başına yaptığı yıllık programların süresi, bizim televizyonlarımızın toplamından fazladır.
Bu ruh halinin gerek bireysel gerekse kitlesel bağlamda elbette sosyal psikolojik nedenleri, kökenleri var.
Neyse, mevzuyu fazla uzatmadan şimdilik burada noktalayayım.