Metin Özer
Irak’ta asıl iş bundan sonra
ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin hava desteğiyle, Irak ordu birlikleri, Kürt Peşmerge güçleri, Şii milisler ve Arap aşiret kuvvetlerinin 17 Ekim 2016’da ortaklaşa başlattığı Musul’u DAEŞ’ten kurtarma operasyonu son aşamasına geldi. Kentin batısının da temizlenmesiyle, Irak Başbakanı Haydar Abadi’nin kısa süre içinde “Musul zaferi”ni resmen ilân etmesi bekleniyor.
DAEŞ işgali öncesinde, nüfus bakımından Irak’ın ikinci büyük kenti olan Musul, Sünnî ağırlığıyla dikkat çekiyordu. 2014’te Irak merkezî hükümetinin kontrolünden çıkan Musul’un 3 milyona yakın nüfusunun üçte ikisi, bu süreçte bölgeden ayrıldı. Yaklaşık 900 bin kişinin de ekim ayından bu yana kaçtığı kent, şu anda neredeyse terk edilmiş bir görünüme sahip. Musul’u kurtarma operasyonu, bir yandan ciddi bir sivil can kaybına neden olurken, kentin özellikle batı yakası tamamen harabeye dönmüş durumda. Çatışmalar sırasında yıkılan tarihi eserlerden biri de, Musul’un simgesi konumundaki el-Nurî Camii (Musul Ulu Camii). DAEŞ lideri Ebubekir Bağdadî, ünlü hilâfet ilanını 4 Temmuz 2014’de bu camide gerçekleştirmişti.
Birleşmiş Milletler yetkililerinin yaptığı açıklamaya göre, savaş sonrası Musul’u yeniden imar etmenin faturası en az 3 milyar dolar. Kentin batı yakasındaki 44 mahalleden altısının tamamen yerle bir olduğu belirtilirken, Musul’u tekrar yaşanabilir hale getirmenin iki yıllık bir çalışmayı gerektirdiği kaydediliyor.
Savaş sonrasında en önemli soru, Musul’un DAEŞ öncesindeki demografik dengelerinin korunup korunmayacağı. Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’yle merkezî Bağdat yönetimi arasındaki ihtilaflı alanlardan biri olan Musul, DAEŞ sonrası dönemde de çekişme ve siyasi krizlerin odak noktalarından biri olarak kalmaya devam edecek, diyebiliriz.
***
DAEŞ’in ortaya çıkmasıyla, Irak on yıllardır kendi içinde kaynayan temel problemleri bir süreliğine unutmuş ya da ertelemiş gibiydi. Ancak şimdi DAEŞ güçlerinin dağıtılmaya başlamasıyla birlikte, yeniden ve daha da hız kazanmış biçimde, bu problemler nüksedecek. Sünni-Şii çatışmaları, petrol bölgeleri üzerindeki paylaşım kavgaları, Kürt Bölgesel Yönetimi’nin bağımsızlık referandumunu ilân etmesiyle patlak veren tartışmalar, Kerkük’ün statüsü sorunu, ABD başta olmak üzere Irak’ın geleceğine dair planlar yapan Batılı dış güçlerin müdahaleleri, İran’ın Bağdat üzerindeki siyasi baskısı ve etkinliği… Yeni dönemde Irak, bu ve benzeri sıcak krizlerin odağında yer alacak.
Ülkenin (ve bölgenin) şahitlik ettiği trajik DAEŞ tecrübesi, Irak’ın geçtiğimiz 100 yıllık tarihinde üst üste yığılan problemlerinin de özeti gibiydi adeta. Yabancı istihbarat örgütlerinin emeklerini saymazsak, DAEŞ’in ana omurgasının Irak kökenli insanlar tarafından oluşturulduğu bugün artık biliniyor. Yılların birikmiş öfke ve kinleri, karşımıza vahşi ve gözü dönmüş bir terör örgütü olarak çıktı. Zaman içinde şiddet şiddeti, öfke öfkeyi, nefret nefreti doğurdu, çoğalttı, mayaladı. DAEŞ sonrasında Irak, bugün çok daha kırılgan, vatandaşları birbirine çok daha güvensizlik ve kin dolu; herkes kendi hesabının ve kazanımlarının daha fazla derdinde.
Henüz serüven sona ermedi, ama geleceğin tarihçileri DAEŞ denen yapılanmayı değerlendirirken, bu örgütün Irak’ın ve Suriye’nin parçalanmasında kritik bir aşama olduğu gerçeğini mutlaka vurgulayacaklar. DAEŞ, Irak ve Suriye’de Kürtlerin ve Şii unsurların baskın güç olarak ön plana çıktığı yeni bir dönemin başlangıcı şeklinde değerlendirilecek. ABD, Rusya ve İran’ın kaba müdahaleleri eşliğinde…
***
Haritası masa başında çizilen, birlikte yaşama tecrübesi bulunmayan çok sayıda ırk, din ve mezhebin adeta “birbirlerinin boğazını sıksınlar diye” aynı cenderenin içine hapsedildiği bir ülke Irak. 1920’lerin başından bu yana Irak’ın tarihini incelediğimizde, karşımıza sadece kan ve gözyaşının çıkması da bundan. Kurtarıcılar, kurtarıcılardan kurtarıcılar, kurtarıcılardan kurtarıcılardan kurtarıcılar… Irak’ın yakın geçmişi bu kısır döngünün durmaksızın tekrarlanmasından ibaret. Her bir ‘kurtuluş’ aşaması da bir öncekinden daha kanlı süreçlerin habercisi.
Ve elbette tüm bu tarihi aşamaların hepsinde, en çok yarayı alan da siviller. Dönem dönem, ülkeye hâkim olan ideolojinin rengine göre bir başka kesimin mağdura dönüştüğü Irak’ta, katliam ve sürgün tecrübesini yaşamamış etnik ve dini bir sınıf yok. İzleri nesiller boyunca silinmeyen ve artık kalıcı hale gelen bu travmalar, çok da uzun olmayan bir gelecekte Irak’ın bölünmesine giden yolu da açacak gibi görünüyor.
Yanlış başlayan, yürümeyen ve biteceği de kesin olan bir evliliğe benzer şekilde, Irak’ın bugünkü görünümüyle huzur ve barış içinde yaşaması mümkün değil. Fiilen üç parçaya bölünen ülkede, bundan sonra bu fiilî durumun resmiyete dökülmesi için verilecek uzun ve çetin bir mücadeleye şahitlik edilecek. DAEŞ oluşumu, bunun işaret fişeğiydi adeta.
Peki, bölünmek Irak halklarına huzur getirecek mi? Ortadoğu’nun mevcut dengeleri ve dinamikleri çerçevesinde, buna da olumlu bir cevap verebilmek imkânsız maalesef. İlk düğmesi yanlış iliklenmiş bir gömlek gibi, Irak’ın problemleri ta kuruluş mantığından ve köklerinden kaynaklandığı için, mantıksızlıklar silsilesini harita değişikliğiyle ortadan kaldırmak da artık mümkün değil.