Metin Özer
İnsana umut veren şeyler
Geçtiğimiz hafta sonu, bir grup meraklı ve ilgili insanla İslâm dünyasındaki son gelişmeler hakkında hasbihal etmek üzere Malatya’daydım. İlk kez yolumun düştüğü Malatya’yı, gün içinde teşehhüt miktarı ziyaret edip döndüğüm Elaziz ve Harput’u sükûnet ve huzur içinde buldum. Kasım ayına hiç münasip görülmeyen ama çok da yakışan ılık ve güneşli bir havanın eşlik ettiği seyahatim, içimi umutla ve sekînetle doldurdu.
Malatya’da Bilgi Yolu Eğitim, Kültür ve Sosyal Araştırmalar Merkezi’nin (kısa adıyla BİLSAM) misafiriydim. 2005 yılında, farklı toplumsal kesimlerden gelen çok sayıda akademisyen, eğitimci, kamu görevlisi ve işadamının katkılarıyla kurulan BİLSAM, Malatya merkezli çalışmalar yapsa da, faaliyetlerindeki derinlik ve çap, bir Anadolu şehrinin sınırlarını çoktan aşmış durumda. Düzenli seminer ve konferanslarla, yayımlanan kitap, rapor ve dosyalarla, organize edilen gezi ve seyahatlerle ciddi bir eğitim ocağına dönüşen BİLSAM’ın belki de en büyük özelliği, “sivil toplum kuruluşu” kavramının içini tam olarak doldurabilmiş olması. Amaçlarını “yolda olmak” ve “gök kubbede hoş bir sada bırakmak” olarak tanımlayan BİLSAM ekibi, bunu çoktan başarmış görünüyor.
11 Kasım Cumartesi sabahı İslâm dünyasındaki son gelişmeleri değerlendirdiğimiz uzun toplantıyı, akşam Kudüs’le ilgili gerçekleştirdiğimiz özel oturum izledi. Her ikisinde de ilgili, meraklı ve dikkatli bir kitleydi karşımdaki. Sorularla, eleştirilerle ve çarpıcı gözlemlerle konuşmalara katkılarını izlerken, ne yalan söyleyeyim, “Anadolu irfanı” dediğimiz kavrama inancım bir kere daha tazelendi.
Malatya’da şahit olduğum bu eğitim seferberliği, asıl yapmamız gereken şeyleri bir kere daha hatırlattı bana:
Siyasetin ve politikanın dalgaları arasında boğulmadan, günceli sıkı takip ederek ama orada takılıp kalmadan, insan yetiştirme amacından ve hedefinden hiç sapmadan, sonucu etkileme ve neticeyi görme saplantısına düşmeden, ihlasla ve sabırla çalışmak… Şu anda elde bulunan imkânların şükrünü eda etmek ve bizden sonraki nesillere kalıcı şeyler bırakabilmek ancak bu şekilde mümkün zira.
***
Bu haftanın insana umut aşılayan ikinci gelişmesi, İlmî Etüdler Derneği’nin (İLEM) uzun süredir hazırlıklarını sürdürdüğü “İslâm Düşünce Atlası”nın yayımlanması oldu. Perşembe günü İstanbul’da düzenlenen bir toplantıyla tanıtımı yapılan dev çalışma, Müslümanların dünya üzerinde bıraktığı ilmî ve kültürel izlerin ayrıntılı ve derinlikli bir panoramasını çiziyor. Akademik yükünü İLEM’in üstlendiği “İslâm Düşünce Atlası”, Konya Büyükşehir Belediyesi’nin desteğiyle yayımlanmış.
Hem üç ciltlik bir ansiklopedi hem de görsellik açısından tatmin edici bir tasarıma sahip web sitesi olarak okurun beğenisine sunulan “İslâm Düşünce Atlası”nın temel gayesi, “İslâm düşünce tarihine dair bir zaman çizelgesi oluşturmak ve bunu mekân bilinciyle daha anlaşılır hale getirmek”. İslâm tarihi boyunca coğrafyamıza damgasını vurmuş kişileri, akımları, ekolleri, şehirleri, mimari eserleri ve kültür havzalarını “İslâm Düşünce Atlası” içinde bulmak mümkün. Proje, bu yönüyle tarihin ve coğrafyanın derinliklerine doğru uzun bir yolculuk vaad ediyor.
“İslâm Düşünce Atlası”na kadar, Müslümanların tarihte ve coğrafyada bıraktığı izlerin genel manzarasını tasvir eden iki eser daha vardı elimizde: Rahmetli İsmâil Râcî Farûkî ve eşi Lâmia Hanım’ın birlikte kaleme aldıkları “İslâm Kültür Atlası” ve Markus Hattstein’ın editörlüğünde hazırlanan “İslâm Sanatı ve Mimarisi”. İkincisi İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin sponsorluğunda Türkçeye kazandırılan bu iki hacimli eser, konuya ilgi duyanlara keyifli bir okuma ve öğrenme serüveni sunuyordu. Şimdi, “İslâm Düşünce Atlası” da bunlara eklenerek, seri üçlü bir set haline geldi, çok da iyi oldu.
***
Maddî imkânlar ve konfor arttıkça üretimin düşmesi, genç nesillerin imkânların kıymetini yeterince bilememesi, iktidarın ve gücün bünyede sebep olduğu manevî eksiklikler, kültürel iktidar alanında bir türlü üstünlük sağlanamaması vb. konular, sohbetlerimizin klâsik gündemi bugünlerde. Kimimiz, önümüzdeki genel manzaraya bakıp hepten ümitsizliğe düşmeye ve her şeyin mahvolduğunu düşünmeye de meyyal üstelik.
Oysa hayatın doğası böyledir. Her şey aynı anda ve sürekli biçimde mükemmel olmaz. Aslına bakarsanız, “mükemmel” diye bir şey de yoktur. Hayat, eksiklikleri tamamlama ve orayı buraya yetirmeye çalışma çabasından ibarettir. Emek verdiğimiz birçok şeyin nereye gittiğini ve sonuçlarının ne olduğunu görmeye ömürlerimiz yetmeyecektir. Bunu bilmeden çalışınca yapılan işler derme-çatma ve geçici / uçucu olurken, ironik biçimde sonuca odaklanmadan ve sonrasını hesaplamadan deli gibi çalışanlar başarıya ulaşmaktadır. Hayatın doğası böyledir.
Sen, ben, o, biz… Hepimiz, bulunduğumuz alanlarda, elimizden ne gelirse yapacağız. Kolektif bir birikimin oluşması, ancak böyle gerçekleşebilecek. Gelecekte birileri, bugün şikâyet ettiğimiz şeyleri düzeltmek üzere kolları sıvayacak. Bizim bugün yaptıklarımız, işte o gelecek nesillerin işlerini kolaylaştıracak, yollarını aydınlatacak. Medeniyet dediğimiz şey de zaten böyle meydana gelmiyor mu?