''Mekke'ye hacca gitmek amacıyla, doğum yerim Tanca'yı 2 Recep 725 [14 Haziran 1325] Perşembe günü terk ettim. Yalnızdım, yanımda herhangi bir yol arkadaşı yoktu. Herhangi bir kervana da dâhil olmamıştım. Hedefime ulaşmak için duyduğum güçlü arzuya odaklanmıştım sadece. Bir kuşun dünyaya geldiği yuvayı terk edişi gibi, ben de arkadaşlarımı ve evimi arkamda bırakmıştım. Annem ve babam sağdı; büyük bir acıyla onlardan ayrıldım. Bu, onlar için olduğu kadar benim için de katlanılamaz bir sancı sebebiydi. O zaman, sadece 22 yaşındaydım.”
Birçok kaynakta “tarih boyunca yaşamış en büyük gezgin” olarak anılan Fas asıllı Ebû Abdullah Muhammed İbn Battûta, yıllarca sürecek seyahatlerine başlayışını böyle anlatıyor. Hac niyetiyle çıktığı yolculuk, onu dünyayı gezmeye teşvik edecek; Çin'e kadar uzanan serüvenleri boyunca yaklaşık 117 bin kilometre yol kat edecektir. İbn Battûta'ya “Müslüman Marco Polo” dense de, onun gezi ve izlenimlerinin birçok yönden daha özgün ve macera dolu olduğu kesindir.
O dönemde bilinen 'İslâm dünyası'nın tamamını -bazı yerlerden birkaç kez geçerek- dolaşan İbn Battûta, 28 yıllık bir serüvenin ardından, Merinî Sultanı Ebu İnân'ın emriyle 1353 yılının aralık ayında Fas'ın Fes kentine döndü. Sultanın kendisine tahsis ettiği İbn Cuzeyy isimli bir kâtiple birlikte hatıralarını ve yolculukları boyunca şahit olduklarını kaleme almaya başlayan İbn Battûta, seyahatnamesini 9 Aralık 1355'te tamamladı.
1369'daki ölümüne kadar Fas'ta kadılık görevini sürdüren İbn Battûta'nın yazdıkları, tüm dünyada hayranlık ve merak uyandırmaya devam ediyor. Türkçeye de çevrilen İbn Battûta Seyahatnâmesi, bugün birçok ülkenin tarihi, kültürü, folkloru, antropolojisi, dini geçmişi ve tabiat varlıkları açısından vazgeçilmez bir kaynak.
***
Dünya kültür mirasına tarihin en büyük seyyahını armağan etmiş olmamıza rağmen, İslâm dünyası uzunca bir süredir -belki son temsilcisi Evliya Çelebi idi- seyyahlık ve gezi yazıcılığı alanını terk etmiş bulunuyor. Günümüzde Müslümanlar, dünyayı gezerken kayıt tutma ve diğer insanlara kalıcı bir şeyler aktarma kaygısından ziyade, gündelik keyiflerin peşindeler daha çok.
Oysa Müslümanların, “Yeryüzünü gezin dolaşın, sizden öncekilerin akıbeti nasıl olmuş bir bakın” diyen ve iki cümlelik bu direktifin içinde turizm, ulaşım, konaklama, tarih, coğrafya, arkeoloji, antropoloji, sosyoloji gibi birçok alt dalda gelişimi teşvik eden bir Kitab'ın mü'minleri olarak, daha derin bir kavrayışa erişmeleri beklenir.
Dünyayı Müslümanca bir şuurla gezmek, Müslümanca bir bakışla anlamak ve anlatmak da, tıpkı namaz ve diğer emirler gibi ilâhi bir görevdir. Bu noktadan bakarak, birçok şeyi yeniden düşünmek ve kurgulamak durumundayız. Siyasi karmaşalara, acılara ve dramlara takılıp kalarak, “gezme”yi boş ve süfli bir eylem olarak değerlendirmek doğru olmaz. Görevlerimiz çok yönlü ve çok boyutludur. Hem dertlerimize derman olmak için durmaksızın çalışmak, hem de dünyayı tanımak zorundayız. Bunlar, birbirini tamamlayan ve destekleyen vazifelerdir.
Dünyayı gezerken, tıpkı geçmiş büyük seyyahlarımızın yaptığı gibi, gördüklerimizi kayıt altına almak olmazsa olmaz. Günümüzün modern fotoğraf teknolojilerine kanmadan, tüm ayrıntıları satırlara da aktarmak gerekiyor. Sağlam tarih okumaları eşliğinde yapılacak seyahatler, Müslümanca bir ferasetin süzgecinden geçerek yazıya döküldüğünde, İslâmî birikimin en nadide parçalarına dönüşecektir.
***
Belki de hayatın doğası gereği, zenginlikle bilginin aynı kişide toplandığına nadir şahit olunuyor. Zenginlerimize bir vazife düşüyor şu durumda: Bilginin finanse edilmesi. Öğrenci bursları, vakıflar, okullar vs. ile bu zaten büyük ölçüde yapılıyor. Ama bir alan eksik kalıyor gibi hâlâ: Müslüman zenginlerin, seyyahları ve seyahatleri de desteklemeleri gerekiyor. Yeryüzündeki yolculukları “boş boş gezmek” olarak görme tuzağına düşmeden, yeni İbn Battûta'lara yatırım yapmamız şart. Hele de ulaşım şartları böylesine gelişmişken.
Hep hayalini kurmuşumdur: Bir Müslüman zengin, seyahate ve gördüklerini kaydetmeye meraklı bir Müslüman genci çağırıyor. Ona “Her türlü desteğin benden. Sen dünyayı gez, gördüklerini yaz, ayrıntılı bir şekilde yayımlayalım, ümmetin ufku açılsın” diyerek, büyük bir kapı aralıyor. Sonra o genç kapsamlı bir seyahat rotası çıkarıp yollara düşüyor. İki-üç sene bütün dünyayı dolaşıyor, gördüklerini fotoğraflıyor, satır satır kaydediyor. Farklı ülkeleri, kültürleri, dilleri, dinleri ve yaşayış tarzlarını, tarihi ve coğrafyasıyla getirip önümüze seriyor. Sonra bu dev seyahatname kitap olarak basılıyor; ardından birkaç dile çevriliyor; internet sitesi de açılıyor, ücretsiz herkesin istifadesine sunuluyor.
Olmayacak bir hayal kurduğumu düşünmüyorum doğrusu. Elimizde para var, imkân var, yapılmış işler ve geçmiş örnekler var. Sadece geniş ufuklu Müslüman zenginlerin, herhangi bir maddî ya da siyasi kazanç beklemeden, bu projeye kafa yorması yeterli. Gerisi kendiliğinden gelecek, bereketini ve ecrini de beraberinde getirecektir.