Ahmet Arslan
Genç kuşakları kurşuna diziyoruz, farkında mısınız?
Genç kuşakların İslâm'la ilişkisi sıfırlanmak üzere. Eğitim, medya ve kültür rejimi çocuklarımızı kurşuna diziyor!
Bakın size 2 yıl önce Bursa'da yapılan bir araştırmanın rakamlarını vereceğim, kafayı yiyeceksiniz!
Lise öğrencileri arasında yapılan bu resmî araştırmaya göre, liseli öğrencilerin % 9'u bonzai bağımlısı, % 35'i alkol alıyor, % 45'i sigara içiyor!
FELÂKETİN EŞİĞİNE SÜRÜKLENİYORUZ!
Nedir bu? Felaketin eşiğine sürüklenmektir! Bir toplumun geleceğini katletmesidir!
Bu arada PÇete, Anadolu'nun en parlak iki kuşağını aldı, zombileştirdi: Matematikçi, kimyacı, fizikçi yaptı! Elbette bunlar da lazım ama bunlardan önce sosyal bilimci, tarihçi, ilahiyatçı, siyasetbilimcisi, tarih felsefecisi, düşünür olacak önümüzü açacak parlak kuşaklar yetiştirmek zorundayız!
PÇete, 40 yıldır eğitim'le uğraşıyor ama önümüze İslâmî bir eğitim modeli koyamadı! Neden peki? İyi eğitim veriyor ama çocuklarımızı zombileştiriyor sadece! Protestanlaşmış tipler yetiştiriyor! Belki namaz kılan ama namazın anlamını, ruhunu idrak edemeyen tipler!
Diğer cemaatler de bu konuda sınıfta kaldı, maalesef!
Ama bu işe milletin kendisi sahip çıkmalı, tabandan köklü bir eğitim hamlesi başlatılmalı!
Velhasılı kelâm bu durum böyle gitmez!
10 yıl içinde gelecek yüzyılın tohumlarını ekemezsek, her şeyimizi kaybedeceğiz.
Türkiye'nin en temel, en hayatî, en âcil halledilmesi gereken sorunu eğitim sorunudur.
Türkiye'de sömürgeci ülkelerin yapamayacakları, yapmaya cesaret edemeyecekleri kadar çocuklarımızı kendi değerlerimizden, kendi dünyamızdan, kendi rüyalarımızdan uzaklaştıran laik, sömürgeci bir eğitim rejimi var!
ÇOCUKLARIMIZI ÖLDÜRÜYORLAR, BAYIM!
Bütün iddialarını yitirmiş, bütün ideallerini kaybetmiş, Batı karşısında aşağılık kompleksinin eşiğine sürüklenen kuşaklar yetiştiren ilkel, ruhsuz, ufuksuz bir eğitim sistemi bu!
Türkiye dışarıdan sömürgeleştirilemedi ama kendi kendini sömürgeleştirdi.
Sadece eğitim sistemi değil, kültür hayatı da, medya rejimi de bu ülkenin insanlarını kurşuna diziyor adeta!
Yoz ve sığ bir kültür hayatı, yabancılaştırıcı ve her şeyi banalleştirici bir medya rejimi, çocuklarımızı yanı geleceğimizi yok ediyor!
Çocuklarımıza hiçbir heyecan, coşku ve ufuk sunamayan ruhsuz eğitim sistemi; hiçbir gelecek vaat etmeyen kör ve kötürüm kültür hayatı; hayal göremeyen, rüyaları olmayan, bütün sermayesini daha çok "köşe döndürecek” bön ve berbat projelere yatıran sarsak ve asalak medya rejimi çocuklarımızı gözümüzün içine baka baka elimizden alıyor; bizden, bizi biz yapan her şeyden koparıyor el ele, kol kola, omuz omuza vererek…
Sömürgeci eğitim sistemi, mankurtlaştırıcı savruk kültür rejimi, yabancılaştırıcı, bütün değerlerimizi çözücü salaş medya rejimi üçü birden adeta el ele vererek ruhumuzu, geleceğimizi, hayallerimizi, rüyalarımızı yok ediyor: Kendi çocuklarımız, elimizden kayıp gidiyor… Çocuklarımızı bizden koparıyor…
BATI'DA BÖYLE BİR ŞEYİ HAYAL BİLE EDEMEZSİNİZ!
Aberlard'ı, Racine'i, Lizts'i, Voltaire'i, Rousseau'yu, Balzac'ı, Descartes'i, Bergson'u, Derrida'yı, Godard'ı, Truffaut'yu öğretmeyen, bu kurucu figürlerin ürettiği ruhu solutmayan, gördükleri rüyaları her daim yeniden üretmeyen bir Fransız eğitim sisteminden, kültür ve düşünce hayatından, medya rejiminden sözedilebilir mi?
Bunyan'ı, Blake'i, Shakespeare'i, Locke'u, Hobbes'u, Byron'ı, Wordsworth''u, Elizabeth çağını, Victoria çağını, Turner'ı, Constable'ı öğretmeyen, yaşatmayan, yeniden üretmeyen bir eğitim sistemi İngiliz eğitim sistemi olabilir mi?
Bach'ları, Mozart'ı, Beethoven'i, Spinoza'yı, Luther'i, Kant'ı, Goethe'yi, Hegel'i, Nietzsche'yi, Husserl'i, Heidegger'i, Wagner'i öğretmeyen, yaşatmayan ve yeniden üretmeyen bir eğitim sistemi Alman eğitim sistemi olabilir mi?
Bu anaakım kurucu figürler Fransızların, İngilizlerin, Almanların iddialarının, ideallerinin, rüyalarının, hayallerinin ana kaynaklarıdır. Bu anaakım kaynakların dışında nice yan ve karşı-akım diyebileceğimiz isimler, ekoller, yaklaşımlar da var sözkonusu edilebilecek. Ama bu kadarı kâfî.
BAŞIMIZA NASIL BİR TAŞ DÜŞTÜĞÜNÜ GÖRELİM ARTIK!
Biz bize gelelim… Ve başımıza nasıl bir taş düştüğünü görelim… Davud-u Kayserî, Kadı Burhaneddin, Molla Gurani, Molla Fenarî, Gazâlî, Yunus, Mevlânâ, Merâğî, Itrî, Fuzûlî, Bâkî, Şeyh Galip, Levnî, Karahisârî, Taşköprülüzâde, Kâtip Çelebi kimdir acaba? Ne söyler bize bu kurucu figürler bugün? Ne anlam ifade eder yarınımız için?
Çocuklarımızı geçtik; elitlerimiz, aydınlarımız, yazarlarımız için hangi rüyalara, ideallere, ufuklara, yaratıcı atılımlara kaynaklık eder, etmiştir, edebilmiştir acaba?
Kurucu şahsiyetlerini tanımayan, onlarla aynı rüyaları paylaşamayan, onların hayallerini, heyecanlarını, coşkularını, ideallerini, çilelerini yaşayamayan, hissedemeyen, soluyamayan, yeni hayallere, rüyalara, coşkulara, ideallere dönüştüremeyen kuşaklar, kendilerini tanıyabilirler mi, dünyayı, dünyanın başka kültürlerini tanıyabilirler mi?
Shakespeare, kaç bin kez sahnelenmiş, yeniden yorumlanmıştır; Racine, aynı Yunan tragedyasını kaç kez yeniden sahneleme ihtiyacı hissetmiştir; Kant üzerine, Wagner üzerine, Goethe üzerine, Bach'lar üzerine, Locke üzerine, Byron üzerine kaç bin kitap yazılmıştır, kaç oyun sahnelenmiştir, kaç roman, şiir, felsefe metni yazılmıştır, kaç film çekilmiştir acaba, sayılarını bile bilebilmek o kadar zor ki şu internet çağında bile…
Ya peki, Merâğî kimdir, Levnî nedir, ne der bize, bilenimiz var mıdır gerçekten? Davud-u Kayserî, Kadı Burhaneddin bilinmeden, Osmanlı düşünce ve ilim hayatının nasıl teşekkül ettiği bilinebilir mi?
BU SÖMÜRGECİ EĞİTİM SİSTEMİYLE NEREYE BÖYLE?
Eğitim sistemimiz, sömürgecilerin yapamayacağı kadar tahribat yapıyor… Kültür hayatımız,medya dünyamız kendi kültürümüze, sanatımıza, düşünce dünyamıza o kadar yabancı, o kadar ilgisiz, o kadar kör ve duyarsız ki, insanın çıldırırcasına haykırası geliyor, “durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak” diye…
Bizim ahlâk, estetik ve adalet ilkeleri üzerinden insanlığa sunduğumuz görkemli ama bir o kadar da mütevazı; gittiği her yere ruh götüren, hayat bahşeden; yüzyıllarca hem zamanı, hem mekânı fetheden kurucu figürlerimizin inşa ettikleri kendi gök kubbemizi tanımadan, yaşamadan ve yaşatmadan geleceğe ne söyleyebiliriz ki biz?
Geleceğimizi nasıl teminat altına alabiliriz ki?
Çocuklarımızın ideallerinin, ruhlarının, rüyalarının ve hayallerinin öldürülmesini nasıl önleyebiliriz ki?
Unutmayalım: Kendi hayallerini kuramayanlar, başkalarının hayallerini yaşamaktan, dolayısıyla yok olmaktan kurtulamazlar.