İsrail Parlamentosu (Knesset), çarşamba günkü oturumunda Yesh Atid Partisi’nin gündeme getirdiği “Ermeni Soykırımı’nı tanıma” konulu yasa tasarısını oyladı.
Eski televizyon sunucusu ve oyuncu Yair Lapid liderliğindeki muhalefet partisinin tasarısı, genel kurulda 28’e karşı 41 oyla reddedildi.
Lapid, oylamadan önce yaptığı açıklamada, “Holokost’u yaşamış bir halkı temsil eden parlamentonun, Ermeni Soykırımı’nı tanımaması için hiçbir sebep yok” demişti.
Oylamanın sonuçlanmasının ardından konuşan Kudüs Ermeni Ulusal Komitesi Başkanı Hagop Sevan, “İsrail, 1915’te yaşananları bir gün mutlaka soykırım olarak tanıyacak” tahmininde bulundu.
Meseleye biraz uzaktan bakanlar için, oylama sonucu belki biraz şaşırtıcı gelebilir. İsrail’in, “Türkiye aleyhine” bir tasarıyı şevkle kabul edeceği de düşünülebilir. Oysa öyle değil. Söz konusu tasarı, Knesset gündemine daha önce de getirilmiş ve yine reddedilmişti. Son girişimin de aynı şekilde başarıya ulaşmayacağı, daha oylama başlamadan biliniyordu. Bunun başlıca üç sebebi var:
İsrail yönetimi, Türkiye’nin hassas olduğu böylesine bir meselede, Ankara’yı karşısına almak istemiyor. İki ülke arasındaki ilişkilerin en gerilimli olduğu dönemlerde dahi, İsrail “Ermeni kozu”nu kullanmayı düşünmedi. Benyamin Netanyahu gibi ülkesinin dış ilişkilerinde özensiz ve başına buyruk davranmayı adet haline getiren bir başbakan döneminde bile bu olmadı. Türkiye’yi tamamen kaybetmek, Ortadoğu’nun mevcut şartları içinde, İsrail’in işine gelecek bir şey değil. Bu nedenle, Ermenilerin bütün isteklerine ve çağrılarına rağmen, “soykırım tasarısı” ciddiyetle ele alınmadı.
İkinci sebep, İsrail’in, Türkiye ile olduğundan çok daha yakın ve derin ilişkilerle bağlı bulunduğu Azerbaycan’ın hassasiyeti. Petrolünün yüzde 40’ını Azerbaycan’dan ithal eden ve bu ülkeye savunma sistemleriyle silah ihraç eden İsrail, Bakü ile ilişkilerini hiçbir şekilde sekteye uğratmak istemiyor. Azerbaycan, İran’a yakınlığı nedeniyle de İsrail’in bilhassa özel ilgi gösterdiği bir ülke. İran’a düzenlenecek muhtemel bir askeri operasyonda, Azerbaycan’ın “askeri üs” olarak kullanılabileceği değerlendiriliyor. Bu yönüyle, Tel Aviv-Bakü ilişkileri, gelecek on yıllar düşünülerek dizayn ediliyor. Deniz bağlantısı bulunmayan, izole Ermenistan’ı Azerbaycan’la kıyaslayan İsrail devlet aklı, Ermenilerin taleplerini yerine getirme uğruna Azerbaycan’ı kaybetmeyi mantıklı ve kârlı bulmuyor.
Üçüncü sebep ise, resmen açıklanmasa da, diğer iki stratejik unsurun şuuraltındaki teorik çerçevesini oluşturuyor adeta: İşgal politikalarına yöneltilen her türlü eleştiriyi Yahudilerin uğradığı mezalimi dünyanın başına kakarak susturan İsrail, bir başka “soykırım”ın dünyanın gündeminde kalmasını istemiyor. Bir tür, “En çok ben zulüm gördüm, benim yaşadıklarımdan başkası gündemi meşgul etmesin” takıntısı. Holokost’u uluslararası konumunu sağlamlaştırmakta ustalıkla kullanan İsrail, ortak olarak ikinci bir “mezalim” istemiyor. İlginç, dikkat çekici, psikolojik yönü de düşünülesi bir durum bu.
Son tasarının reddedilmesinde, bir ilave sebep daha var. O da, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu hakkında -yine geçen hafta- açılan yolsuzluk soruşturması. Netanyahu’nun başını ciddi şekilde ağrıtacağı anlaşılan soruşturma sürecinde şahitliğine başvurulan isimlerden biri de, Ermeni tasarısının mimari Yair Lapid. Milletvekillerinin kararında, “Lapid’e bir zafer daha hediye etmeme” düşüncesinin de etkili olduğu belirtiliyor. İsrail iç siyasetindeki gerilimin yüksekliği dikkate alındığında, “Ermenilerle gündemi meşgul etmenin sırası mı?” fikrinin hâkim olduğu düşünülebilir.
***
1915 Olayları’ndan söz açılmışken, daha önce yine bu köşede başka bir vesileyle atıfta bulunduğum bir kitabı hatırlatmak isterim:
“İmparatorlukların Çöküşü, Osmanlı-Rus Çatışması, 1908-1918” (İş Kültür Yayınları).
ABD’li akademisyen Michael Reynolds’un Osmanlı, Rus, Alman, Avusturya ve Macar arşivlerini elden geçirerek kaleme aldığı bu kitap, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminde Doğu Anadolu ve Kafkasya’da yaşanan çekişme ve çatışmaların ikna edici bir tasvirini sunuyor.
Bu çerçevede, Ermenilerin karşı karşıya kaldığı tehcirin sebeplerini de ayrıntılı şekilde gözler önüne seren Reynolds, dönemin net bir fotoğrafını çekiyor.
Kitap boyunca, Ermeni çetelerin Doğu Anadolu’daki tedhiş ve terör hareketleri, devletin buna karşı almak durumunda kaldığı tedbirler, bu gelişmelerin sivil halkın hayatına direkt etkileri vb. okunurken, aslında o döneme dair ne kadar az şey bildiğimiz gerçeğiyle de yüzleşmemek imkânsız.
“İmparatorlukların Çöküşü”, Rusya’nın Ortadoğu ve Arap coğrafyasında yeniden aktif olduğu bugünleri anlamlandırmak için de önemli bir metin. Ta Çarlık Rusyası döneminden bu yana aynı politikanın takip edildiğini ve farklı imajlar çizilse de aslında Moskova’nın Türkiye ve çevresine hep aynı mantıkla yaklaştığını kavrayabilmek, ancak yakın tarihin ayrıntılı biçimde bilinmesiyle mümkün. Bu bilinirse, Rusya konusundaki duygu ve düşüncelerimiz de makul bir dengeye oturabilir belki.