Aynı semtten çıkıp okumak için gittikleri Paris'te tanıştıklarında, tarihler 1929'u gösteriyordu. Her ikisi de, Şam'ın Meydan bölgesinde yaşayan zengin tahıl tüccarlarının oğullarıydı. Ancak aralarında ciddi bir fark da vardı: 19 yaşındaki Mişel, Ortodoks Hıristiyan bir aileden gelirken, 17 yaşındaki Salahaddin, Sünni Müslüman bir çevrede büyümüştü. Aralarındaki din ve yetişme tarzı farklılığına rağmen Mişel ve Salahaddin, çok iyi anlaştılar.
Tam isimleriyle Mişel Aflak ve Salahaddin el Bitâr, Sorbonne Üniversitesi'ndeki eğitimleri boyunca bir yandan dostluklarını derinleştirirken, diğer yandan Arap milliyetçiliğine dair fikirlerini olgunlaştırdı. Fransız filozof Henri Bergson ve Karl Marx da, ikilinin etkilendiği isimler arasındaydı. Aflak 1932'de, Bitâr da 1934'te Suriye'ye döndü; her ikisi de büyük oranda komünizmi benimsemiş genç idealistler sıfatıyla, Suriye eğitim hayatına öğretmen olarak katıldılar.
Mişel Aflak ve Salahaddin el Bitâr'ın, Suriye Komünist Partisi'nin aslında Sovyetler Birliği'nin maşası olduğunu fark etmeleri uzun sürmedi. 1930'ların sonuna gelindiğinde, komünizmden tamamen kopan Aflak ve Bitâr, çok sayıda Suriyeli genci Arap milliyetçiliği fikrine ikna etmiş, onlarla gizli toplantı ve eğitim faaliyetleri düzenlemeye başlamıştı. Bu süreç, 1940'ta “Arap İhyâ Hareketi” adlı siyasi bir oluşumun doğuşuyla neticelendi. 24 Ekim 1942'de resmi görevlerinden istifa eden Aflak ve Bitâr, kendilerini tamamen siyasete ve Arap milliyetçiliği idealinin yaygınlaştırılması çalışmalarına verdi.
Fransız manda yönetiminin uygulamalarının çektiği tepkinin de yardımıyla, Mişel Aflak ve Salahaddin el Bitâr, başlattıkları siyasi hareketin tabanını hızla genişletti. Arap İhyâ Hareketi, Lazkiyeli bir Nusayrî olan Zeki Arsûzî'nin 1940'ta kurduğu 'Arap Baas'ı'nı da bünyesine dâhil ederek, 7 Nisan 1947'de resmen “Arap Sosyalist Baas Partisi” adını aldı.
“Baas” kelimesi (doğru yazılışıyla: Ba's) Arapçada “diriliş” anlamına geliyordu. Partinin kurucuları, Arap coğrafyasında yeni bir diriliş süreci başlatma umuduyla yola koyulmuşlardı. Ancak Suriye ve Irak'taki Baas tecrübeleri, tarihe diktatörlük, baskı ve gözyaşıyla geçecek, ardında nice kanlı hatıralar bırakacaktı.
1963'te bir ay arayla, askeri darbe yoluyla Irak (8 Şubat) ve Suriye'de (8 Mart) iktidara el koyan Baas Partisi, ilk önce kurucu kadro arasındaki siyasi ihtilaflarla yüzleşmek durumunda kaldı. 1966'da resmen ikiye bölünen parti, Suriye ve Irak kollarına ayrıldı; Zekî Arsûzî, Suriye Baas'ının başına geçerken, önce Lübnan'a ardından da Irak'a iltica eden Mişel Aflak, Baas Partisi'nin oradaki şubesini kurdu. Salahaddin el Bitâr da 1963-1966 arasında üç kez başbakanlığa getirilmesinin ardından, Baas Partisi'nin yönetimini ele geçiren Hâfız Esed ve ekibi tarafından diskalifiye edildi. Bitâr, ömrünün geri kalan kısmını, 21 Temmuz 1980'de bir suikasta kurban gidene kadar Paris'te geçirdi. Zeki Arsûzî, 1968'deki ölümüne dek Şam'da yaşadı. Irak'ta bulunan Mişel Aflak ise, tedavi için gittiği Paris'te 1989'da hayatını kaybetti; Saddam Hüseyin'in bizzat katıldığı bir cenaze töreniyle Bağdat'ta toprağa verildi.
1970'de Suriye'de Hâfız Esed, 1979'da da Irak'ta Saddam Hüseyin, parti içinde darbe gerçekleştirerek ülkelerinin tek hâkimi konumuna yükseldiler. Aynı siyasal kökenden gelmiş olmalarına rağmen, iktidarları boyunca birbirlerine düşman olan bu iki lider, geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinde Ortadoğu'daki birçok kritik gelişmede de başrol oynadı.
Özellikle 1979'da Şah Muhammed Rıza Pehlevî'nin devrilmesinin ardından İran'la sıkı ilişkiler geliştiren Hâfız Esed, Arapların İran'la olan bütün mücadelelerinde Tahran'dan yana tavır almasıyla dikkat çekti. İran-Irak Savaşı'nda (1980-88) İran'ı destekleyen tek Arap ülkesi Suriye olurken, Körfez Savaşı'nda (1990-91) da Suriye yine Irak'ın karşısındaydı. Bu ilginç çatışmayı İslâm tarihindeki geleneksel Şam-Bağdat rekabetine benzeten tarihçiler de vardır; haksız değillerdir.
Her ne kadar birbirlerine düşman olsalar da, her iki Baas iktidarının ortak olduğu bir yön vardı: Halklarına uyguladıkları baskı. Hama Katliamı'ndan (1982) Halepçe Katliamı'na (1988), her iki rejimin de insan hakları ve özgürlükler karnesi zayıf notlarla dolu. Suriye üzerindeki İran etkisi ve Esed ailesinin Nusayrî olması nedeniyle Irak ve Saddam Hüseyin iktidarı Sünni Araplarca daha fazla sevilse de, insani ilkeler bakımından birinin diğerine tercih edilebileceği bir yön bulunmuyor.
Saddam Hüseyin, elinde tuttuğu petrol rezervleri nedeniyle ABD ve Batı tarafından şeytanlaştırılarak, Irak halkı yıllar boyunca ambargolar altında inletildi. Nihayet ABD işgaliyle Saddam iktidardan düşürülürken, işgal sonrası dönemde Irak daha da kötü noktalara savruldu. Baas macerasının Irak kanadı, böylece tam 40 yıllık bir baskı ve dikta döneminin ardından tarihin sayfalarında yerini aldı.
Suriye Baas'ı ise Arap Baharı'nın sarsıntıları arasında ayakta kalma çabasını sürdürüyor. 2011'den bu yana en az 500 bin insanın daha hayatını kaybettiği Suriye'de, yakın tarih sadece katliamlardan, bombardımandan ve acıdan ibaret.
İslâm dünyasının durumuysa hepsinden daha acıklı: Katliamları, gözyaşını ve insani dramları sona erdirmeye güç yetiremeyişimiz bir yana, zulmün sona ermesi için ABD ya da Rusya'dan medet umar haldeyiz. Üstelik, onların bu topraklara sadece kendi menfaatleri için müdahale edecekleri gerçeğini de tamamen unutarak…
Metin Özer
‘Diriliş’ten geriye sadece acı kaldı
08 Nisan 2017, Cumartesi