Filistin tarafıyla kalıcı bir barışı hedefleyen Oslo Süreci (1991-93), İsrail içinde çok ciddi bir protesto dalgasına neden olmuştu. Özellikle aşırı sağcı Yahudiler, Başbakan Yitzhak Rabin'i “İsrail'in bileğinin hakkıyla sahip olduğu şeyleri düşmana peşkeş çeken bir hain” olarak tanımlıyordu. Yerleşimciler her gün protesto gösterileri organize ediyor, toplumun birçok kesimi Rabin'in İsrail'i Filistinlilere teslim ettiği eleştirilerine hak veriyordu.
Gösterilerde, Likud Partisi lideri ve geleceğin başbakanı Benyamin Netanyahu özellikle öne çıkan bir isimdi. Netanyahu, Rabin hükümetinin Yahudi değerlerinden ve geleneklerinden tümüyle koptuğunu savunuyordu. Likud'un organize ettiği gösterilerde taşınan pankartlar, Rabin'i sıklıkla Nazi üniforması içinde tasvir ediyordu. Netanyahu ve diğer Likud yetkilileri, başbakanı açıkça hedef olarak göstermekten de kaçınmıyordu.
Ancak hiç kimse, bütün bu öfke selinin, Rabin'in öldürülmesiyle sonuçlanacağını tahmin etmemişti. Trajik akıbet, 4 Kasım 1995 akşamı geldi:
Oslo Görüşmeleri'ni destekleyen binlerce kişi, başkent Tel Aviv'in en büyük meydanlarından Malkey Yisrael'de bir araya gelmişti. Barış karşıtlarına gözdağı verme adına düzenlenen gösteri, tam bir miting havasındaydı. Ömrü savaş meydanlarında geçen 73 yaşındaki Rabin, Filistinlilerle barış adına attığı adımların, bütün öfkeye rağmen, yine de karşılık buluyor olmasından dolayı mutluydu. Kendisini dinleyen binlerce kişiye hitaben yaptığı konuşmada söylediği şu sözler, iç dünyasındaki değişimin de ispatıydı:
“27 yıl boyunca askerdim. Barışın mümkün olmadığı çok uzun bir zaman boyunca savaştım. Şimdi ise barış için çok büyük bir fırsat olduğuna inanıyorum.
İnsanların çoğunun barışı istediğine ve barışın getireceği riskleri üstlenmeye hazır olduğuna her zaman inandım. Şiddet, İsrail demokrasisinin temellerini aşındırıyor. Bu yüzden kınanmalı ve mahkûm edilmelidir.
Aramızda Mısır, Ürdün ve Fas'ın temsilcileri bulunuyor. Barışa doğru yürüyüşümüzde bize eşlik ettikleri için Mısır Cumhurbaşkanı'na [Hüsnü Mübarek], Fas [2'nci Hasan] ve Ürdün [Hüseyin] Krallarına teşekkürlerimi sunuyorum.
Barışın, bize de zarar vermeye çalışan düşmanları var. Oysa biz Filistinliler arasında da barış yolunda kendimize müttefikler bulduk, onlardan biri Filistin Kurtuluş Örgütü'dür.
Barış yolunun acılı olacağını biliyorum. Zaten İsrail için acısız hiçbir yol yok. Ama barışın yolu, savaşın yolu karşısında tercih edilmeye layıktır. Size tüm bunları, İsrail ordusu mensuplarının ve ailelerinin yaşadığı acıları yakından bilen, hem de savunma bakanlığı görevini yürütmekte olan bir asker olarak söylüyorum. Günün birinde Suriye ile bile barış yapmak mümkün olacak.”
Miting bitip de kalabalık dağılırken Başbakan Yitzhak Rabin ve kendisine eşlik eden küçük bir kalabalık, meydanın bir köşesindeki makam aracına doğru yürümeye başladı. Tam aracına bineceği sırada, kalabalığın içinden çıkan genç bir kişi Rabin'e doğru üç el ateş etti. Saatler tam 21.30'u gösteriyordu. Kurşunlardan ikisi göğsüne isabet eden Rabin hemen yakınlardaki İchilov Hastanesi'ne kaldırılarak ameliyata alındı. Doktorların kendisini kurtarmak için yoğun şekilde çaba gösterdiği 40 dakikanın ardından, Rabin hayatını kaybetti.
Rabin'in katili, henüz 25 yaşındaki Yahudi Yigal Amir'di. 1970'de, Mizrahi (Doğu kökenli) bir Yahudi ailenin sekiz çocuğundan biri olarak dünyaya gelen Amir, ilk gençlik yıllarından itibaren radikal sağ grupların içinde yer almıştı. 1993'te hukuk ve bilgisayar okumak için Bar İlan Üniversitesi'nde kaydolduğunda, İsrail, Oslo Görüşmeleri'nin en ateşli tartışmalarına sahne oluyordu. Üniversite kampusunda müzakereler aleyhine düzenlenen gösterilerde Yigal Amir en ön saftaydı.
Amir, Başbakan Rabin'in attığı siyasi adımları ve Filistin'le barış için sürdürdüğü müzakereleri, Yahudi halkı için direkt bir tehdit olarak algılıyordu. Dini kaynaklardan elde ettiği birtakım tanımlar üzerinden, Rabin'i “hain” olarak etiketleyen Amir'in, nihayet 'Yahudilerin selameti için' başbakanın ortadan kaldırılması gerektiği düşüncesine varması da zor olmadı.
Yitzhak Rabin'in bir Yahudi tarafından öldürülmesi, İsrail halkı ve devleti için gerçek anlamda bir şok oldu. Savaşla ve çatışmayla geçen uzun yılların ardından, Filistin'le barışa en çok yaklaşıldığı bir zamanda gerçekleşen suikast, İsrail halkını yeniden karmaşık duyguların ve korkuların kavşağına getirip bırakmıştı.
Dahası, Filistin topraklarının devlet himayesinde işgal edilmesi suretiyle oluşturulan ve ur gibi büyüyüp yayılan yerleşimlerin, İsrailli yöneticiler için de büyük bir riski barındırdığı anlaşılmıştı. Fanatik düşüncelere sahip bir yerleşimcinin herkesin ortasında bir başbakanı öldürebilmesi, Rabin sonrasında işbaşına gelen yöneticilerin yerleşimcilere tamamen teslim olması sonucunu da doğurmuştu.
Rabin'den sonra başbakanlık koltuğuna oturan (1996-99) Benyamin Netanyahu, bugün de İsrail başbakanı. Netanyahu'nun Filistinlilere yönelik acımasız politikasının temelinde, Rabin'in yerleşimci bir Yahudi tarafından öldürülmesinin yarattığı travma yatıyor. Bu travma atlatılmadan ve unutulmadan, hiçbir İsrailli liderin Filistin ve Kudüs meselesinde 'taviz' vermesi mümkün değil. Tıpkı Ürdün, Suudi Arabistan ve Mısır devlet aklının şuuraltında yer eden diğer suikastlar gibi…
Metin Özer
Bu travmayı atlatmadan zor…
15 Mart 2017, Çarşamba