Metin Özer
Bize düşen
Eski Sudan Dışişleri Bakanı Ali Ahmed Kertî’nin, Hartum Üniversitesi’nde geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı takdim ederken yaptığı konuşmayı izlemişsinizdir. Haftanın ençok paylaşılan videolarından biriydi, haklı olarak. Cumhurbaşkanı’nın Sudan temaslarının da belki en çarpıcı kısmını teşkil ediyordu o bölüm. Sembolik değeri, aktüel ve siyasi değerinin çok üzerindeydi çünkü.
Ali Ahmed Kertî’yi dinlerken ve salonda onun sözlerine karşılık olarak alkışlarla, tekbirlerle tempo tutan Sudanlı gençleri izlerken, bu manzaranın derin anlamı üzerinde düşünmemek imkânsızdı. Sadece kuru övgü değildi çünkü dudaklardan dökülen. Sadece slogan atmıyordu o çocuklar. Sadece siyasi destek gösterisi değildi sergilenen. İslâm dünyasının belki de bu en parçalanmış döneminde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsında simgeleşen duruşa, başkaldırıya ve umuda selam duruyordu insanlar.
Bu tablo, elbette sadece biz sosyal medyada paylaşım yapalım, millî gurur malzemesine çevirelim, “Türkiye’nin önemi” konulu nutuklar çekelim veya biribirimize övgü dolu mesajlar atalım diye yaşanmadı. En samimi ifadeleriyle kalplerini bize açan Sudanlıların, asıl söylemek istediği şuydu aslında: Size olan bu umutlarımızı ve hayallerimizi boşa çıkarmayın. Çok çalışın. Bütün ümmete örnek olun. Bu işin sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsî cesareti ve heyecanıyla sınırlı kalmasına izin vermeyin. Uzun vadeli, planlı, programlı atılımlarla ümmetin ayağa kalkış sürecine önderlik edin!
Bu samimiyeti gördükten sonra, sorumluluğun büyüklüğünü fark edip, “Acaba biz neredeyiz? Müslüman dünyanın bu içten çağrısına cevap verebilecek derinlikte çalışmalarımız var mı? Gayretlerimiz ne seviyede? Sloganlarımızın içini doldurabiliyor muyuz?” sorularını sormamaya imkân var mı? Eğer bunları sormuyor ve ümmetin mazlum evlatlarının omuzlarımıza yüklediği mesuliyetle, eksiklerimizi tamamlayabilmek için gece-gündüz çalışmaya koyulmuyorsak, bize bağlanan ümitlerin hakkını da veremiyoruz, demektir.
***
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın attığı cesur adımlarla ve onun nev-i şahsına münhasır siyaset tarzıyla, Türkiye birçok prangasından kurtuldu. Birilerinin keyfi için koyulan çağdışı yasaklar kaldırıldı; temel hak ve hürriyetler sahasında hepimizin şahit olduğu gelişmeler ve açılımlar sağlandı. Dış politikada da Türkiye şimdiye kadar şahit olmadığı bir üslupla tanıştı; kendisine çizilmeye çalışılan sınırları ve 'haddini' aştı, zincirlerini kırmaya çalıştı.
Tüm bu olumlu göstergelere bakıp, “Ulaşmamız gereken yere ulaştık, tamam” diye düşünürsek, meseleyi tümüyle yanlış değerlendirmiş oluruz. Henüz kat etmemiz gereken çok mesafe var. Yürünmesi gereken yol daha çok uzun, dolambaçlı, virajlı. Dahası, on yılların ihmalleri nedeniyle bazı alanlarda (eğitim, istihbarat, diplomasi) çok daha fazla gayret göstermemiz gerekiyor. Tek bir kişinin heyecanı ve samimiyetiyle, onun gölgesinde yatmak ve esnemek suretiyle olacak işler değil bunlar.
Türkiye şimdiye kadar belli yapısal sorunlarla, yasaklarla, engellerle, hendek ve kanallarla malul vaziyetteydi. Müslümanlar olarak, en temel haklardan mahrum şekilde, elimiz-kolumuz bağlıydı. Bir şey yapmak ve adım atmak istediğimizde, karşımıza dikilen dağlar, gerilen kollar, kurulan setler vardı. Program yapmak istesek salon yoktu; yazmak istesek basıp dağıtmak zordu; konuşsak dinletecek araç-gereç eksikti. Şimdi hepsi var. Hepsi var amma, istikrar ve sabırla iş yapacak şevk, planlı-programlı çalışacak kafa, işi maddiyata dökmeden ulvî amaçlarla hedefe kilitlenecek bilinç eksildi. Onlar da nerden tedarik edilir, bilinmez.
***
Sudan’dan yükselen çağrı, bu anlamda bir silkiniş mesajıdır, bir ikazdır, bir uyarıdır. Kendimize dönmemiz, bahşedilen imkânlarla eksiklerimizi hızlı bir şekilde derleyip-toparlamamız, kalıcı ve faydalı işler ortaya koymamız, durmadan çalışıp üretmemiz; önce kendimizi adam edip sonra bu adamlığı ümmet çapına yayma aşkıyla donanmamız için bir mesajdır, ikazdır, uyarıdır. Ali Ahmed Kertî, Hartum Üniversitesi kürsüsünden hepimize teker teker ulaştırdı dertli haykırışını. Bundan sonra sorumluluk artık teker teker, hepimizin omuzlarındandır.
Şunları da eklemeden geçemeyeceğim:
Ümmetin bizden öğreneceği şeyler olduğu gibi, bizim de ümmetten öğreneceğimiz çok şey var. Onlar bize bakarak bazı eksiklerini tamamlayabileceği gibi, bizim de bazı eksiklerimizi ancak onların yardımıyla tamamlayabileceğimiz, tartışılmaz bir gerçek. Bir elin parmakları gibi tıpkı: Her bir parmağın, diğerine hayati ihtiyacı gibi. Bir duvarın, bir tanesi bile düşse diğerleri de eksilip zayıflayacak tuğlaları gibi ya da. Bizim onlarsız yarım kalışımız; onların da bizsiz yarım kalışı, gibi…
Bu yüzden, bize karşı gösterilen teveccühe, muhabbete ve hüsn-i zanna yapılabilecek en büyük ihanet, buradan bir 'üstünlük/kibir' çıkarmak olacaktır. Verilen bütün nimetleri, hamd ve şükürle, kardeş coğrafyalarla paylaşmaktır yapılması gereken. Şükrü eda edilmeyen ve hakkı verilmeyen nimetin elden alınacağını bir saniye bile akıldan çıkarmadan...