Ahmet Arslan
Bir hakikat arayışı yolculuğu olarak sinemada varlık göstermek...
Büyük kriz zamanlarında, medeniyetler, o krizi aşmak için büyük form'lar geliştirirler.
BÜYÜK FORM
Ama bu büyük formu, bu formu geliştiren medeniyetin çocukları değil, diğer medeniyetlerin çocukları, daha imajinatif ve zihin açıcı şekillerde kullanırlar. Bunun nedeni, krizi yaşayan medeniyetin, kendi ürettiği hâkim paradigma'nın dışına çıkmasının, yok olması anlamına gelmesidir.
O yüzden mevcut / hâkim medeniyetin paradigmalarının dışında güçlü medeniyet tasavvurlarına sahip medeniyetlerin çocukları, bu büyük formları büyük atılımların geliştirilmesinde daha verimli, etkin ve üretken şekillerde kullanabilirler.
İslâm'ın doğuşu sırasında şiir, büyük form'du ve İslâm'ın şiarları, nebevî şuurla donanan beşerî şiirle / vecd'le hayat buldu, hayat oldu ve hayat sundu bütün insanlığa...
Modern Avrupa'nın kurulmasında resim sanatı benzer bir rol oynadı.
FELSEFENİN BİTİŞİ, SİNEMANIN GELİŞİ...
Geleceğin dünyasının kurulmasında da, bütün sanat, düşünce ve hayat biçimlerinin “sentez”i olan sinema benzer bir rol oynayabilir.
Bunun en önemli göstergesi, çağımızın en parlak düşünürlerinden Deleuze'ün, “felsefe bitti, felsefenin yerine sinema yerleşti” cümlesiyle özetlenebilecek hayatî gözlemidir.
Sinema, hem Avrupa'da, hem de Amerika'da aynı zaman dilimlerinde dünyaya gözlerini açtı. Ama şu ân Amerika'da sinema diye bir şey kalmadı; bağımsız sinemacılarla deneysel sinemacılar hâriç tabiî. Zaten onlar da Amerikalı değiller; Amerika'daki Avrupalılar.
Avrupa'da da sinemanın bir sanat ve dil olarak yeni ufuklar kazandığını söyleyebilmek zor artık; hele de Antonioni ve Bergman da aradan çekildikten sonra.
Bu arada, Tarkovsky, ne Avrupalıydı ne de Batılı. Batı uygarlığının insanlığı ontolojik felâketine eşiğine sürüklediğini düşünen bir film düşünürüydü, sinemanın Nietzsche'si veya Heidegger'iydi.
ABD'DE SİNEMA ÖLDÜ, AVRUPA'DA ÖLÜM DÖŞEĞİNDE!
Sinema Amerika'da bitti; Avrupa'da ise bitmedi belki ama can çekişiyor şimdi!
Amerikalılar, sinemayı, hem Amerikan toplumunun, kültürünün ve sığ değerlerinin yeniden üretilmesinde, Amerika'nın bir erime potasına dönüştürülmesinde; hem de dünyanın Amerikanlaştırılmasında kötü bir propaganda makinasına dönüştürdüler ve bitirdiler.
Avrupalılarsa, 1960'larda, 1970'lerde gözlendiği kalibrede, çapta sinema yapamıyorlar artık. Avrupalılar da popüler ve vulger Amerikan kültürünün ayartıcı câzibesine kaptırmış durumdalar kendilerini. “Derin” Avrupa kültürü ve düşüncesi can çekişiyor çünkü.
Sinemayı, Amerika''nın ve Avrupa''nın dışındaki coğrafyalar -Çinliler, Latin Amerikalılar, İranlılar, Koreliler vs.- yapıyorlar artık.
VASAT VE VÂSITA OLARAK SİNEMA
Sinema bir sanat türü ve ifade biçimi olması bakımından, öncelikli olarak, bir form'dur, bir vâsıta'dır.
Güçlü bir sinema yapabilmenin yolu, köklü bir kültürün, medeniyetin oluşturduğu vasatın sinemaya esaslı bir ruh üfleyebilmesinden geçer. Yani sinema yapılan ülkenin kültür ve medeniyet vasat'ı ne kadar güçlü, köklü ve yaratıcı ise, orada yapılan sinema (=vâsıta) da o ölçüde güçlü ve yaratıcı olur.
Yine normlarınız ne kadar güçlü ve esaslı ise bu normlardan ilham alarak üreteceğiniz bütün formlarınız da, bütün ifade biçimleriniz de, düşüncede, sanatta, edebiyatta kuracağınız bütün diller de o kadar güçlü, esaslı ve ses getirici olur, olacaktır.
Sinema, toplumu yansıtan basit bir ayna değildir. Sinema, toplumu yansıtan bir ayna olarak düşünüldüğü ândan itibaren biter. Amerika'da sinemayı bitiren şey bu sığ anlayıştır.
Aksine sinema; topluma, kültüre, düşünceye, sanata, kısacası hayata, üzerinde düşünülmesi, kafa yorulması, fikir beyan edilmesi ve yeni fikirler üretilmesi için ayna tutan bir vâsıta'dır.
Sinema, elbette ki bir vasat'ın ürünüdür. Ama sadece bir vasatın ürünü olarak kaldığı zaman, sinema olduğu yerde dona ve dura kalır.
Sinemanın yaratıcı bir vasıtaya dönüşmesi, hem içinde doğduğu vasatın ifadesi, hem de o vasatı yeni şekillerde, yepyeni bakışlarla yeniden ifade edebiliyor olabilme katsayısıyla doğru orantılıdır. Bu da, sinemanın toplumun aynası olmasıyla değil; topluma ayna tutabilecek yaratıcı bir ruhla ve kurucu bir iradeyle donanabilmesiyle gerçekleştirilebilir ancak.
BİR HAKİKAT ARAYIŞI YOLCULUĞU...
Yani, sinema bir hakikat arayışı yolculuğudur. Hakikat ise, keşfedilmemiş bir kıta (terra incognita)dır. Hakikat arayışı, hem fizik, hem de metafizik alanları ihata edebilen derinlikli kültürlerde yaratıcı yolculuklara çıkarır ve yaratıcı keşifler yaptırır insana (=hem filmi yapana, hem de filme bakana).
Batı'da sinemanın can çekişiyor ve kötü bir propaganda aygıtına dönüşüyor olmasının nedeni, Batı kültürünün seküler / dünyevî, dolayısıyla fizik gerçekliği eksene alan, antroposantrik (insan-merkezci, insanı tanrının konumuna yerleştiren, insanı da, Tanrı'yı karikatürize ve yok eden) tek boyutlu bir kültür olmasıdır.
İnsanı hakikat arayışı yolculuğuna çıkarabilen yaratıcı, dönüştürücü bir sinemanın Batı-dışı dünyada yapılıyor olmasının nedeni ise, bu coğrafyaların kültürlerinin aynı zamanda fizikötesi gerçekliğe de uzanabiliyor olmasıdır.
Binlerce yıllık kültürlerin sinema yaparken topyekûn seferber edilmesi, sinemaya yepyeni soluklar, yepyeni boyutlar getirmiş, Batı sinemalarının ulaşamayacağı noktalara taşımıştır sinemayı.
SİNEMADA VARLIK GÖSTERME ZAMANI...
Türkiye'de de bizim derinlikli bir kültür ve medeniyet birikimimiz var; ama biz, bu birikimin dışına fırlatılmış durumdayız ve “Kunta Kinte”leri oynuyoruz adeta. Böyle bir ülke kaçınılmaz olarak yetenekli insanlar mezarlığına dönüşür.
Bu ülkede sinema, çok ihmal edildi. Sinemanın bütün sanat, düşünce ve ifade biçimlerinin sentezi ve soyutlaması olduğu düşünülürse, sinemada yapılacak büyük bir atılım, hayatın, sanatın ve düşüncenin bütün alanlarında da çarpan etkisi yapar ve o toplumun hakikat arayışına, medeniyet yolculuğuna derin ve çokyönlü bir kapı açar.
O yüzden sinemada varlık göstermenin yolları üzerinde derinlemesine kafa patlatmanın zamanı geldi de, geçiyor bile, diyor; bütün ilgilileri göreve davet ediyorum.