Mısır’ın Kuzey Sina bölgesindeki el Ariş kentinde bulunan Ravda Camii’ne cuma günü düzenlenen ve ardında en az 305 ölü bırakan vahşi saldırı, terörün hiçbir kutsal gözetmeyen çirkin yüzünü bir kez daha gözler önüne serdi. Mısır Başsavcılığı, camiye 25-30 kişilik bir grubun saldırdığını ve saldırganların IŞİD bayrağı taşıdığını duyurdu. Örgütten henüz resmi teyit gelmese de, olayın biçimi ve hedef kitlesi, IŞİD’i zaten ‘olağan şüpheli’ haline getiriyor.
Hedef seçilen Ravda Camii, Sina’nın en etkili tasavvufî cemaatlerinden Cerîriyye’nin merkeziydi. Silahlı Selefî hareketlerin tasavvufa bakışı göz önüne alındığında, saldırı mekânının da tesadüfen seçilmediği anlaşılıyor.
Cerîriyye tarikatının kurucusu, yüzyıllardır Sina’da yaşayan Cerîrât kabilesine mensup İyd Ebû Cerîr (1910-1971). Nesebi, Hz. Peygamber’in sahabîlerinden Ukkâşe bin Mihsân el Esedî’ye (Kahramanmaraş ilimizde medfûn bulunduğuna inanılan, ‘Ökkeş’e dönüşen ismi bu nedenle Maraş yöremizde çok yaygın olan sahabî) kadar uzanan İyd Ebû Cerîr’in tasavvufla tanışması 1950’lerde gerçekleşmiş. Filistin’e yaptığı bir ziyaret sırasında, bölgede sevilen bir Şâzelî şeyhiyle yakın muhabbet kuran İyd, tasavvuf yoluna bu şekilde intisap etmiş. Sina’ya döndükten sonra kendi tarikatını tesis eden Şeyh İyd, 1967’de İsrail’e karşı alınan yenilginin ardından Sina’yı terk ederek Şarkiyye eyaletinde küçük bir kasabaya yerleşmiş. Ömrünün son yıllarını burada geçiren Şeyh İyd, ölümüne kadar, inşa ettirdiği tekke ve camide tasavvufi faaliyetlerini sürdürmüş.
Şeyh İyd Ebû Cerîr, Mısır yakın tarihinde siyasi rolü ve devlet politikalarına açıktan desteğiyle de tanınan bir tasavvuf şeyhi. 1956’da İngiltere, Fransa ve İsrail, Süveyş Kanalı’nı millileştiren Mısır’a savaş açtığında, Şeyh ve talebeleri Sina’da aktif bir direniş örgütlemişler. Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnâsır’la Şeyh İyd arasındaki özel yakınlık da bu dönemde başlamış. Abdunnâsır, 1967’deki Altı Gün Savaşı’nda Mısır askerlerine sahada büyük yardımları dokunan Cerîriyye tarikatını hep gözetmiş. Hatta Şeyh İyd’e olan sevgisini, kendisine son model bir makam aracı hediye ederek göstermiş. Tarikat mensupları arasında dolaşan bir hikâyeye göre, Şeyh Cerîr bir gece rüyasında Cemal Abdunnâsır’ın yemeğine zehir katılacağını görmüş. Uyanınca hemen Mısır istihbaratıyla temasa geçen Şeyh, Abdunnâsır’ı rüyasından haberdar ederek ölümden kurtulmasına vesile olmuş.
Cerîriyye tarikatı, Cemal Abdunnâsır’dan sonra Muhammed Enver Sedat ve Muhammed Husni Mübarek dönemlerinde de devletle ve istihbaratla yakın irtibatını sürdürmüş. Şeyh İyd’den itibaren bugün postta yedinci şeyhin oturduğu Cerîriyye, 2013’teki askeri darbeye ve darbenin lideri General Abdulfettah Sisi’ye de önceki asker başkanlara olduğu gibi desteğini sunan bir tarikat. Mısır’daki tasavvufi yapılanmaların kâhir ekseriyeti, 1952’de krallıktan cumhuriyete geçişten itibaren işbaşına gelen bütün yönetimlere kayıtsız-şartsız desteğiyle biliniyor. Cerîriyye tarikatı da bu genel tabloyla uyumlu bir görünüm arz ediyor. Mısır’ın sosyolojik ve dini manzarasına dair fikir verecek önemli bir ek bilgi olarak: Yine Sisi yönetiminin açık destekçisi olan Ezher Şeyhi Ahmed Tayyib de, babasından miras olarak kendisine intikal eden yerel bir tasavvuf ekolünün mürşidi konumunda.
Sina’daki cami saldırısını bu arka plan eşliğinde düşündüğümüzde, Abdulfettah Sisi yönetiminin sosyolojik temellerinin zayıflatılması amacına matuf olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Teröristler, Sisi’nin ayaklarına ateş ediyor. Failler kim ya da kimler olursa olsun, Sisi’yi destekleyen sınıflara, 'Siz her şartta itaat ediyorsunuz ama devlet size sahip çıkamıyor' duygusunu yaşatmak istiyor. Daha önce -yine Mısır’da iktidarların sadık destekçileri olan- Kıptî Hıristiyan azınlığın dini mekânlarına yönelik saldırıları da akla getirirsek, ülkede son yaşanan saldırının aynı amaca yönelik kanlı eylemler silsilesinin bir devamı olduğu düşünülebilir.
Bilhassa Sina’da benzer olaylar yoğunlaştıkça, ki bölgedeki karakolların basılmadığı gün neredeyse yok, İsrail de Mısır yönetiminin bölgeyi kontrol etmek ve asayişi sağlamak konusunda yeterince becerikli olmadığını düşünmeye başlıyor. Tel Aviv’de şimdiden B ve C seçeneklerinin değerlendirilmeye başladığı tahmin edilebilir. İsrail’in Mısır’daki mevcut iktidara yakınlığı Araplara olan muhabbetinden değil, tamamen kendi güvenlik kaygılarından kaynaklanıyor zira. Bunun sarsılmaya başladığını gördüklerinde, diğer seçenekleri tartışmakta da tereddüt göstermeyeceklerdir.
Eskiden olsa, bu tür saldırıları birilerine yıkmak kolaydı. Mısır istihbaratı hemencecik Müslüman Kardeşler’i, Hamas’ı ya da Katar’ı işaret eder, basın-yayın organları da buna göre vaziyet alırdı. Ancak artık tüm bu aktörler kendilerine eylem nispet edilemeyecek biçimde devre dışı bırakıldı. Şu durumda ister istemez geriye 'IŞİD' ya da 'DAEŞ' denilen heyula kalıyor. Kimin kontrol ettiği, nereye kadar uzandığı, nerden çıkacağı belli olmayan, kullanışlı bir maymuncuk yani. Suriye’de ve Irak’ta 'bittiği' söylenen, dolayısıyla başka coğrafyalarda faaliyete geçeceğine kesin gözüyle bakabileceğimiz örgüt…