Metin Özer
Alevler sönünce
Muhammed Buazizi adlı bir seyyar satıcının sokak ortasında kendisini ateşe verdiği haberi geldiğinde, Hüsnü Kaliye, Tunus’un turistik şehirlerinden Sûse’de bir otelin kapıcısı olarak çalışıyordu. Özellikle Fransız turistlerin bıraktığı kabarık bahşişler sayesinde, aylık kazancı fena sayılmazdı.
İyi giyinmeyi ve gezmeyi seviyordu. Çok yoğun mesaisi yüzünden hareket imkânları biraz kısıtlansa da, hayatından şikâyetçi olduğu pek söylenemezdi. Memleketi olan küçük Kasrayn şehrindeki arkadaşlarına, “daha iyi bir hayat için” kendisi gibi dışarı açılmalarını ve farklı fırsatları kovalamalarını söylediği de oluyordu.
Ancak, sokak ortasında bir kadın zabıta tarafından tokatlandıktan sonra, -17 Aralık 2010 günü- üzerine benzin dökerek çakmağını ateşleyen 26 yaşındaki Muhammed Buazizi’nin trajik akıbeti, birçok Tunuslu gibi Hüsnü Kaliye’yi de derinden sarsmıştı. Otelden birkaç gün izin alarak Kasrayn’a döndüğünde, orada kendisini arkadaşlarıyla siyaseti ve değişimi tartışırken buldu. Uluslararası medyanın Tunus’a odaklanmasının da etkisiyle, o günlerde en revaçta olan konular bunlardı. Kaliye, Tunus şartlarında normalde “tuzu kuru” sayılabilecekken, kısa zamanda “devrim” fikrinin heyecanlı temsilcilerinden biri haline geldi.
3 Ocak’ta, yani Muhammed Buazizi’nin başkent Tunus’taki bir hastanede tedavi altındayken ölümünden bir gün önce, Hüsnü Kaliye sokakta yürürken polis tarafından durduruldu. Alman Der Spiegel dergisine sonradan verdiği röportajdaki ifadesine göre, polisler Kaliye’ye küfrederek karnına bir yumruk attı. Kaliye yerde kıvranırken, polisler tepesinde gülüşmeye başladılar. Kaliye, “Üzerimde güzel kıyafetler vardı. Kolumdaki pahalı saat özellikle dikkatlerini çekmişti. ‘Senin gibileri halletmek üzere buradayız’ diyorlardı” diye anlatıyor.
Sokak ortasında karşılaştığı bu aşağılayıcı muamele üzerine, Hüsnü Kaliye, karakola giderek şikâyet dilekçesi verdi. Polisi polise şikâyet ediyordu aslında ama başka bir çaresi de yoktu. Tunus’u 1987’den beri yöneten Zeynelabidin bin Ali’nin iktidarı, polis gücüne dayanıyordu. Polisten kaçacak yer yine polisti mecburen.
Üç gün sonra, yine sokakta yürürken, geçen gün kendisine sataşan polis memurlarıyla karşılaştı Hüsnü Kaliye. Bu defa şakaları yoktu ve gülmüyorlardı. Hızla kendisine doğru geldiler ve ona temiz bir meydan dayağı çektiler. Polisler olay yerini terk ederken, genç adam asfaltın ortasında hareketsizce yatıyordu. Son yaptıkları şey, ellerindeki gaz kapsülünü yüzüne boca etmek olmuştu. Kaliye, “Kendimi bir böcek gibi hissettim” diyecekti daha sonra.
Yarım saat kadar yerde yattıktan sonra güçlükle ayağa kalkan genç, yakınlardaki bir benzin istasyonuna giderek, doldurduğu bir bidonla polislerin toplu halde bulunduğu noktaya yaklaştı. Aslında niyeti, bidondaki benzini ateşleyip polislerin ortasına fırlatmaktı, ama kollarında bu mecali bulamadı. Bunun yerine, anlık bir kararla bidonu başından aşağı boşalttı ve elindeki çakmağı ateşledi.
Hüsnü Kaliye, bundan sonrasını hatırlamıyor. Muhammed Buazizi’nin son nefesini verdiği hastanede tedavi altına alındıktan tam sekiz ay sonra, yeniden gözlerini açıp kendine gelebildi. Bu süre içinde defalarca ameliyat edildi; birkaç kez kalbi durup yeniden çalıştırıldı; estetik operasyonlarla organlarındaki eksikler tamamlanmaya çalışıldı. Hüsnü Kaliye’nin koma halinde hastanede yattığı bu süreç boyunca, ilk önce kendi doğum yeri Kasrayn’de polisle göstericiler çatıştı. Polisin açtığı ateşte göstericilerden 20’sinin ölümü, “Arap Baharı’nın ilk katliamı” olarak kayıtlara geçti. Sonrasında halk ayaklanmaları Libya’dan Yemen’e, birçok ülkeye yayıldı. 2011’in sonuna doğru, Kaliye tekrar çevresinde olan-biteni algılayabilecek duruma gelince, hem bedeni hem de mensubu olduğu sosyokültürel coğrafya için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Yanık izleriyle dolu vücudunun ihtiyaç duyduğu yeni operasyonlar için, bugün başkent Tunus’ta yaşamını sürdüren Kaliye, “Arap Baharı diye bir şey yok. Umutla yola çıkmıştık ama biz Tunuslular, özgürlüğe alışık değilmişiz” diyor. Bir yandan da, geçirmesi gereken her bir tıbbi operasyon için katlanmak zorunda olduğu karmaşık bürokratik süreçlerden şikâyet ederek. Dış görünüşü tümüyle deforme olduğu için insanların arasına çıkmak istemeyen ve büyük bir psikolojik çöküşe sürüklenen Kaliye, zaman zaman “Keşke ölmüş olsaydım” cümlesinin dudaklarından dökülmesine de engel olamıyor. Özellikle Batı basınında “Buazizi’den sonra, Arap Baharı’nın fitilini yakan ikinci adam” olarak anılmasına rağmen.
Bugün 42 yaşında olan Hüsnü Kaliye’nin acıklı hikâyesi, Tunus’ta 2011’deki beklentileri ve sonrasında yaşanan hayal kırıklıklarını da özetliyor aslında. Muhammed Buazizi’nin de, şayet sağ olsaydı Kaliye’nin cümlelerini kuracağını rahatlıkla düşünebiliriz. Geçtiğimiz hafta sonundan bu yana yeniden patlak veren sokak gösterilerini, bu arka plan eşliğinde okumak gerekiyor.
Birçok yönden Arap dünyasının ‘farklı’ ülkelerinden biri olan Tunus’un mevcut sorunlarını, politik sahnesindeki gelişmeleri ve Raşid Gannûşî liderliğindeki Nahda Hareketi’nin bu denklemde nerde durup halka ne vaat ettiğini ise gelecek yazıda tartışalım.