Metin Özer
Afaş’ın ölümü
21 Mart 1942’de, Sanaa yakınlarındaki Beyt el Ahmar köyünün fakir evlerinden birinde dünyaya gelen çocuğa, anne-babası Ali Abdullah adını koymuştu. Şia’nın Ehl-i Sünnet’e en yakın yorumu olarak kabul edilen Zeydîliğe mensup aile, çocuklarına düzenli bir eğitim verecek imkânlara sahip değildi. Anne-babasının bir süre sonra boşanmasıyla, genç Ali Abdullah kendi başının çaresine bakmak durumunda kaldı. Geçinebilmek için koyun çobanlığına başlamasıyla birlikte, köyünün medresesinde devam etmeye çalıştığı iptidai eğitimi de büsbütün yarım kaldı. 16 yaşındayken, 1958’de Sanaa’ya giderek askeri okula kaydolan Ali Abdullah için, orduya intisap etmek en kestirme ikbal kapısıydı. Ancak o, sadece ordu saflarına katılmakla kalmayacak, ülkesi Yemen’in tarihine de geçecekti.
Yemen’deki iç karışıklık ve savaşlardan istifade ederek, korkusuz bir asker olarak öne çıkan Ali Abdullah -tank bölüğünden mezun olmuştu-, Kuzey Yemen’in kendisinden önceki iki devlet başkanı İbrahim Hamdi ve Ahmed Ğamşî’nin 1977 ve 78’de art arda suikasta kurban gitmesiyle devlet başkanlığı koltuğuna oturdu. 36 yaşında bu göreve geldiğinde, CIA’in kendisi için biçtiği süre 'birkaç ay'dı. Ancak Ali Abdullah, tam 34 yıl boyunca Yemen’i yönetmeyi başararak, bir rekora imza attı.
Güçlü bir kabileden gelmemesinden dolayı, Yemen içinde de ilk başlarda şüpheyle karşılanan Ali Abdullah, ‘Salih’ ismini soy isim gibi benimsemiş olsa da, aslında kendisinin asıl aile ismi Afaş’tı. Ali Abdullah Salih, yönetimi elinde bulundurduğu süre boyunca Afaş takısını tamamen unutturdu, resmî bütün belgelerde 'Ali Abdullah Salih' ismi öne çıktı. Arap Baharı sürecinde görevini bırakmak zorunda kaldığında, halk kitlelerinin onu kısaca 'Afaş' diye anışı, baş döndürücü siyasal serüveninin seyrine de bir atıftı aslında. 4 Aralık Pazartesi günü başkentten kaçmaya çalışırken kendisini yakalayarak öldüren Hûsî milisler de, cesedini teşhir ettikleri video görüntülerinde ondan yine 'Afaş' diye söz ediyorlardı. Bu defa, tamamen aşağılama ve hakaret kastıyla…
***
Gencecik yaşında Kuzey Yemen’in 'patronu' olan, ardından 1990’da Güney Yemen’i de kontrolü altına alarak iki Yemen’i birleşik tek devlet haline dönüştüren Ali Abdullah Salih’e, böylesine kaotik bir ülkeyi nasıl uzun süre yönetebildiği sorulduğunda şu cevabı vermişti: “Yemen’e hükmetmek, yılanların başlarının üzerinde dans etmeye benziyor”.
Gerçekten de tam söylediği gibi bir siyaset takip etmişti Salih. Herhangi bir ideolojisi ya da dünya görüşü yoktu. İktidarını konsolide edebilmek ve gücü elinde tutabilmek için ülke içinde ve dışında her türlü ittifaka açıktı. ABD ve Batı ülkeleri Yemen’i gözden çıkarmasın ve yardımları sürdürsün diye El Kaide’nin Yemen topraklarındaki faaliyetlerine göz yumuyordu örneğin. Kendi mezhep grubu içinden çıkarak iktidarına bayrak açan Hûsîlere, yine sadece koltuğunu korumak için savaş açmaktan çekinmezken, koltuk altından kaydığında bu eski düşmanlarıyla kader ortaklığına da girebiliyordu. Sonunu hazırlayan da bu ip cambazlığı oldu zaten:
2014’te, kendi birliklerini İran’ın desteklediği Hûsîlerin emrine vererek başkent Sanaa’nın düşmesine göz yuman Ali Abdullah Salih, geçtiğimiz hafta ani bir manevrayla bu ittifakı bozmaya kalkıştı ve 'ihanetinin' bedelini canıyla ödedi. Salih’in, Sanaa’daki evinin bombalanmasının hemen ardından memleketi olan Ma’rib tarafına kaçmaya çalıştığı, kuzey yönünde 40 kilometre kadar ilerledikten sonra konvoyuna ateş açan Hûsîlerce aracından indirilerek kurşuna dizildiği belirtiliyor. Uzun askeri ve siyasi kariyeri boyunca “yılanların başlarının üzerinde” dans eden 75 yaşında bir adam için, oldukça trajik bir son…
***
Ali Abdullah Salih figürü ve onun Yemen’in yakın tarihinde oynadığı kıvrak roller, Ortadoğu’daki değişken ve kaygan siyasal zeminin de bir özeti adeta. Hamasi sloganların dile getirdiğinin aksine, siyasi hırslar ve daha çok kazanma şehveti dışında herhangi bir sabit kutsalın bulunmadığı, insan canının hiçe sayıldığı, siyasetin temel saplantı haline getirildiği bir zemin bu. Devletlerin ve devlet adamlarının ateşli nutuklarının ötesinde, herkesin -sözde- can düşmanlarıyla ittifaklara girişebildiği, dostluk ve düşmanlık tanımlarının durmaksızın şekil değiştirdiği, perde arkasında birçok dolapların döndüğü, sahnede sergilenen oyunların çoğu kez izleyiciyi yanılttığı bir zemin aynı zamanda…
Bu oynak manzaradan, Türkiye olarak bizim de alacağımız dersler ve notlar var. Her türlü ihtimali göz önünde bulunduran, yumurtaların hepsini aynı sepete doldurmayan, hiçbir tarafın dostluğuna ya da düşmanlığına kalıcı gözüyle bakmayan, çevik bir dış politika geliştirme mecburiyeti, bu derslerin birincisi. Devletlerin ve hükümetlerin asıl niyetlerini kapalı kapılar ardına sakladıkları ve bu niyetlerin ancak kriz anlarında ortaya çıktığı gerçeğini fark etmek, ikinci ders. Bu karmaşık manzarayla mücadelenin, ancak iyi yetişmiş ve soğukkanlı hareket edebilme becerisine sahip kadrolarla mümkün olabileceğini görmek de üçüncü ders.
Dersleri ve notları aldıktan sonra fiiliyata geçmek ve uygulamayı sabırla sürdürmek ise, önümüzde en büyük sınav olarak duruyor.