Ahmet Arslan
Yol, sefasını sürenlerle değil, cefasını çekenlerle yürünür…
Türkiye, zorlu bir süreçten geçiyor...
İki asırdır yaşadığımız, bizi perişan eden, fırtınalı denizde esen rüzgârların önünde oraya buraya sürükleyen yorucu ama bir o kadar da öğretici bir süreç bu.
O yüzden dostunu da, düşmanını da, dost-görünümlü post peşinde koşturan “insan müsveddeleri”ni de iyi bilmek zorundadır önden giden, önalan, önaçan öncü insanlar...
“METAL YORGUNLUĞU VE NÖBET DEĞİŞİMİ…”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, beklenen değişim ve yenilenme sinyalini verdi. Ak Parti’nin “metal yorgunluğu yaşadığını, nöbet değişimi yapılacağını” söyledi.
Böyle bir açıklama bekleniyordu.
Bundan sonraki süreç, her zaman söylediğim gibi, yalnızca hakikatin izini sürecek, bize umut olarak bakan mazlum dünyanın umutlarını daha bir yeşertecek, 10 yılda 100 yılın tohumlarını ekecek karakter sahibi, ehliyetli, liyakatli, yetenekli ve kişilikli öncü insanlarla yolculuğu sürdürmek olmalı…
İyi bir muhasebe yapılmalı.
Yolu tıkayanlar da, yolculuğun önünde takoz gibi duranlar da ayıklanmalı.
İnsanlığın yükünü omuzlarında taşıma, mazlumların umutlarını boşa çıkarmama mesuliyetiyle nefes alıp veren makam-mevki, şan-şöhret, para-pul peşinde koşturmayan, yalnızca hedefe kilitlenen İslâmî bilinci güçlü, entelektüel ufku geniş taze kadrolarla yola çıkılmalı…
Yol ve yolculukla ilgili çok yazdım. Burada tam zamanı olduğu için daha önce yazdığım bazı fikirlerimi sizlerle yeniden paylaşmak istiyorum.
YOL’UN DEĞERİNİ BİLMEYENLER,
YOL‘U DA, YOLCULUĞU DA BİTİRİR
Yol, değerini bilenlerle yürünür.
Sefasını sürenlerle değil, cefasını çekenlerle...
Dünyayı, dünyanın ayartıcı ve geçici nimetlerini elinin tersiyle iten, bedel ödemekten çekinmeyen, fikir, oluş ve varoluş çilesiçeken çilekeş hakikat erleriyle...
Ancak o zaman aşılamaz sanılan bütün engeller aşılır teker teker; açılamaz sanılan bütün kapılar açılır birer birer; ve Rahmân, ancak ondan sonra rahmetiyle muamele eder; vefakâr, fedakâr ve cefakâr hakikat erlerine kol kanat gerer...
Unutma şunu aslâ:
Yol, değerini bilenlerle yüründüğü zaman mesafe katedilir.
Yolun değerini bilmeyenler, yolu da, yolculuğu da bitirir.
YOLA ÇIKTIĞIN ADAMA İYİ BAKACAKSIN, “ADAM MI?” DİYE...
Yolun ve yolculuğun değerini değil, sadece kendilerini, kendi menfaatlerini düşünenler, ilk engelde, ilk engebede, ilk tökezlemede, çelme takar düşürürler...
Yola çıktığın adama iyi bakacaksın, “adam mı?” diye...
Adamsa, sağına soluna bakmadan yola koyulacaksın ve dörtnala koşturacaksın...
Adam değilse, yanına bile yaklaştırmayacaksın.
DOST‘UN DERDİ HAKİKAT‘TİR
Dost, post peşinde koşturmaz.
Dostun tek derdi vardır: Hakikat.
Dostun tek hayali vardır: Hakikatin -Mekke sürecinde- hayat bulması; -Medine sürecinde- hayat olması, hayatın kendi olması ve hakikatle donanması; -medeniyet sürecinde de- hayat sunmasıdır bütün insanlığa ve varlığa.
Dost, her şeyden önce, hakikatle hemdert, hemdost ve hemhâl olan yürek ülkesinin çocuğudur.
Kendini değil, hakikati düşünür.
Kendi geleceğini değil hakikatin geleceğini dert edinir.
O yüzden sille yer, tokat yer ama hakikati de, hakikat öncülerini de, hakikat yurdunu da aslâ terketmeyi aklının ucundan bile geçirmez.
DÖRT ŞAŞMAZ DOST KARAKTERİ:
HZ. EBÛBEKİR, HZ. ÖMER,
HZ. OSMAN VE HZ. ALİ
Dost, önce, Hz. Ebûbekir karakteridir: Hakikatin önünü açar, yolunu yapar, hakikatin hayat bulmasını sağlar; hakikat adamlarının sağ kolu olur, önündeki çakıl taşlarını temizler...
Dost, sonra, Hz. Ömer karakteridir: Adaleti, hakkaniyeti öğütler: Adım adım hakikatin hayat olmasını sağlar; hakikat adamlarının sol kolu olur, hakikatin yapı-taşlarını döşemesine yardım eder...
Dost, daha sonra, Hz. Osman karakteridir: Hayayı, edebi, ruhu tahkim eder, önden gider...
Dost, son olarak, Hz. Ali karakteridir: Basireti, feraseti, tehlikeleri ve imkânkarı gösterir; hakikat adamlarının arkasından gider, hakikatin herkese hayat sunması için canını feda eder...
TARİH, YALNIZ ADAMLARIN
KANATLARINDA YÜKSELİR...
Zorlu yolculuklarda önalan ve önaçan, hiçbir kınayıcının kınamasına aldırmadan ama basireti de, feraseti de elden bırakmadan yol almaya çalışan öncü insanların etrafını çakallar, sırtlanlar sarar...
Dost-görünümlü ama post peşinde koşturan düşük adamlardır bunlar.
En iyi bildikleri şey “dans etmektir”, reverans yapmaktır; gürültü-patırtıyla, hır-gür çıkararak, kendini toprak gibi gören, kefeniyle dolaştığını her dem yineleyen öncü insanların önünde takoz gibi dururlar bu dost-görünümlü fırsatperest, çıkarperest tipler.
Öncü insanlar, mecburen, “yalnız insanlar”dır, o yüzden.
Tarih, “yalnız insanlar”ın kanatlarında yükselir.
“Yalnız insanlar”, zor zamanlarda bileylenirler, ateşten gömlek giyerler ve “dört inanmış adamla” tarihin akışını değiştirirler...