Türk sinemasının öncü isimlerinden Ayşe Şasa'nın vefatının ikinci yıl dönümüydü bu hafta.
Ayşe Şasa, sadece iyi bir senarist değildi; hem bir film düşünürü hem de genç, parlak kuşakların elinden tutan, önaçan bir öncüydü.
ŞİİR GİBİ BİR İNSAN, ŞİİR GİBİ BİR ÖNCÜ
Ayşe Şasa, Türkiye'nin yaşadığı travmayı iliklerine kadar yaşayan ve kültürel şizofreniye dönüşen, bu ülkenin ruh köklerini kurutan, kültür ve sanat dünyasını çölleştiren bu travmanın nasıl aşılabileceğinin somut bir timsaliydi.
Türkiye'deki kültür ve sanat hayatının ne kadar metamorfoz yediğini çok iyi bilen ve bizim aynı anda hem sade hem de derûnî medeniyet birikimimizin nasıl hayata geçirilebileceği üzerinde kafa yoran bir düşünürdü.
Her özgün düşünür gibi, Türkçe'yi şiir gibi kullanan bir yazardı. Gerek Türk film düşüncesinde bir milat olan Yeşilçam Günlüğü kitabında, gerekse diğer anlatı kitaplarında bu şiirsel dili bütün boyutlarıyla görmek mümkündü.
Ayrıca hayatı da kanatlandırıcı bir şiir gibiydi Ayşe Şasa'nın...
FİKİR, OLUŞ VE VAROLUŞ ÇİLESİ...
Ayşe Şasa, fikir, oluş ve varoluş çilesini iliklerine kadar yaşadı.Hakikatle buluşmanın bedelini fazlasıyla ödedi. Rabbimiz de, rahmetiyle muamele etti ve Ayşe Şasa, İslâm düşüncesinin, sanatının ve hayatının insanı sımsıkı kavrayan, yücelterek tutup ayağa kaldıran dünyasına nüfûz etmeyi başardı.
Hakikat pınarından kana kana içmesini bildi; devşirdiği tatları, ufukları genç kuşaklarla heyecanla, coşkuyla paylaşmaktan hiç bir zaman çekinmedi.
Ayşe Şasa, benim için sadelik'le derûnîliğin medcezirini an be ân aşkla ve vecdle yaşayan, her an, hiç durmadan gürül gürül akan bir hakikat ırmağı, her dâim hakikat bahçesinden taptaze yemişler devşiren, devşirdiği yemişleri etrafındakilere ''çocuksu asil bir ruh''la sunan bir derviş demekti.
Ayşe Şasa, benim için, tasavvufun derinliklerinde yaptığı fetih yolculuklarıyla yalnızca sinemamızın değil, düşünce ve sanat dünyamızın da diriltici ve herkese ruf üfleyici ruh köklerine nasıl kavuşulabileceğinin yollarını gösteren, keşfedilmemiş kıtalarda doyumsuz keşifler yapan yol açıcı bir öncü, bir devrimcidemekti.
MİLAT OLARAK AYŞE ŞASA
Ayşe Şasa, Türkiye'de, film düşüncesinde bir milattı: Türkiye'de gerek Türk sinemasının tarihi, gerekse film düşüncesinin serüveni bir Ayşe Şasa'dan önce, bir de Ayşe Şasa'dan sonra diye iki döneme ayrılarak anlaşılabilir ve yazılabilir ancak.
O yüzden Ayşe Şasa, Türk sineması'nın ve Türkiye'de film düşüncesinin serüveninin hem anlaşılmasında hem yazılmasında hem de gelecekte neler yapılabileceğinin belirlenmesinde milat'tır.
Türkiye'de dünyaya özgün bir film dili armağan edecek entelektüel ve filmik aura'nın temellerini atan öncü bir yazar vefilm-düşünürü olarak da Ayşe Şasa bir milattır.
Bu ülkede, gerek sinema yapan, gerekse hem sinema üzerinde düşünen, hem de sinema üzerinden ülkemizin ve dünyamızın sanat, hayat ve düşünce sorunlarını bir medeniyet meselesi olarak belirleyen, yazan ve ''konuşan'' bizim kuşağın bütün isimleri üzerinde Ayşe Şasa'nın hakkı, emeği çok büyüktür.
ÇOK YÖNLÜ BİR FİLM DÜŞÜNÜRÜ
Ayşe Şasa'nın Dergâh dergisinde yayımlanan yazılarından oluşan Yeşilçam Günlüğü başlıklı kitabı, film estetiği, film dili; dünyaya armağan edeceğimiz sinemanın estetik, kültürel ve fikrî kaynakları, temelleri; özelde sinemanın, genelde bütün sanatların ve düşünce hayatımızın entelektüel sorunları üzerinde yazılmış bir başyapıttır.
Sinema üzerinde düşünen, yazan insanların başvuracağı, elinden düşüremeyeceği, dönüp dönüp yeniden bakmadan edemeyeceği ilk ve son metindir Ayşe Şasa'nın kitabı.
Sadece sinema üzerinde düşünen, yazan kişilerin mi? Sinema yapan kişilerin de başucu kitabıdır Yeşilçam Günlüğü. Ayşe Şasa'nın kitabı, hem Türk sinemasının, hem de dünya sinemasının estetik ve entelektüel sorunlarını özlü, kusursuz bir Türkçeyle -filmleri, sinema akımlarını filmik, estetik ve idrak biçimleri üzerinden çarpıcı bir dille- tartışan bir rehber metin.
BİLGE VE DERVİŞ
Ayşe Şasa tastamam bilge, derviş bir insandı.
Çabası, yalnızca düşünmek ve yazmaktan ibaret olmayan; yaşadığı entelektüel, rûhî dönüşümün verdiği derin ve ağır sorumluluğun bilinciyle hareket etmekten bir an bile geri durmayan; dünyanın dört bir tarafına uzanan telefonlarıyla, ''sesiyle'', ''soluğuyla'' kendi fildişi kulesinden size yol gösteren, önaçan, öncülük yapan; sayısız insanın elinden tutan bir öncü; şu kafası karışıklar ortamında zihninizi zonklatan, sizi ''tedirgin eden'', ''uykularınızı kaçıran'', bunu vazife bilenbir çağdaş zamanlar bilgesi ve dervişiydi.
GÖKEKİNİ BİR ÇİÇEK...
Ayşe Şasa, kısacası, duyarlık, coşku, aşk ve hakikat çilesi ve bu çilenin gelecek zamanları büyütüp besleyecek gökekini meyvesi demekti benim için.
Ayşe Şasa'nın eksikliğini her zaman hissedeceğim yüreğimde. Ayşe Şasa, yeri doldurulamayacak nadide bir çiçek'ti. Bu hakikat çiçeğini ve mirasını gözümüz gibi koruyalım, besleyip büyütelim ve gelecek kuşaklara armağan edecek bir çaba içinde olalım diyorum.
O yüzden -film felsefesi, iletişim felsefesi ve diğer çalışmalarım çerçevesinde yaptığım teorik yolculuklarımı, kavramlaştırmalarımı kitaplaştırmayı ertelediğim, üzerinde özene bezene, titizlikle çalıştığım, demlenmeye duran ''Fütûhât-ı Medeniyye'' kitabımı kendisine ithaf edeceğim; bunu yaşarken kendisine de söylemiştim; çok sevinmişti. Ona olan borcumu/zu ödemenin yollarından biri bu, diye düşünüyorum.
Allah, Ayşe Abla'ya, rahmetiyle muamele etsin. Amin.
*
Not: Önceden yayımlanan bu yazımı gözden geçirerek bazı ilâveler yaparak yeniden yayımlıyorum.