Ahmet Arslan
Türkiye’nin tam bağımsızlık yürüyüşü engellenemeyecek...
Türkiye ile ABD arasında yaşanan vize krizi, bir süre sonra, diplomasi yoluyla çözülecek.
Ama bu tür krizler bitmeyecek...
Bitmeyecek; çünkü Türkiye, artık kendi kaderini kendi belirleyeceği bir yola girdi...
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bunu açık ve net bir şekilde şöyle dile getirdi:
“Batılıların önünde el pençe divan duran Türkiye yok artık. Türkiye, size muhtaç değildir.”
TÜRKİYE BİR ASIRLIK UYKUDAN UYANIYOR: YÖRÜNGESİNİ BULUYOR...
Olması gereken oluyor: Türkiye, bir asırlık uyku’dan uyanıyor... Tel Aviv’den, Washington’dan, Londra’dan ve Brüksel’den bağımsızlaşıyor...
Tam bağımsızlık mücadelesi veriyor...
Türkiye, bir asırdır, rayından çıkmış, rotasını yitirmiş fırtınalı denizin ortasında esen rüzgârlara göre yol alan bir gemiyi andırıyordu.
Türkiye’nin bir asır önce, medeniyet iddialarını reddetmesi, Batılı bir yörüngeye girmesi, her zaman söylediğim gibi, bizim tarih yapan bir aktörden tarihte tatil yapan bir figürana dönüşmemizle sonuçlanmıştı...
Bin yıl insanlık tarihinin yapılmasında kilit rol oynamış aktörlerden biri olarak Türkiye’nin esen rüzgârların önünde sürüklenmesi ve bunun böyle devam etmesi hem kabul edilebilecek, sindirilecek bir şey değildi hem de Türkiye’nin eninde sonunda tarihten çekilmesiyle sonuçlanabilecek tehlikeli bir yönelimdi.
Türkiye er ya da geç ama mutlaka rotasını bulacak, yörüngesine kavuşacaktı.
Yörüngesini yitirmiş, Türkiye gibi tarihin yapılmasında belirleyici bir rol oynamış bir ülkenin derin tarihî hafızasını, medeniyet dinamiklerini ve ruh köklerini hatırlaması ve yeniden tarihin akışını belirleyecek bir yürüyüşe soyunması kaçınılmazdı.
“TÜRKİYE KENDİ HÂLİNE BIRAKILAMAYACAK” DİYENLERİ KORKU SALDI...
İşte Batılılar bunu çok iyi biliyorlardı: Türkiye toparlanabilir, medeniyet iddialarına sahip çıkabilir ve tarihin akışının belirlenmesinde yeniden kilit rol oynayan aktörlerden biri konumuna yükselebilirdi.
O yüzden Batılılar, “Türkiye’nin kendi hâline bırakılamayacak kadar önemli bir ülke” olduğunu düşünüyorlar ve bunu Reagan’ından Thatcher’ına, Schröder’inden Clinton’ına kadar bütün belli başlı Batılı ülkelerin liderleri açık açık dillendirmekten çekinmiyorlardı.
Ne demekti bu?
Türkiye, kendi hâline bırakılması hâlinde, kontrolden çıkar, derin tarihî birikimini, tecrübesini ve medeniyet iddialarını harekete geçirmeye kalkışabilirdi...
Bu da, dünya tarihinin akışının değişmesi, dünyadaki dengelerinin değişmesi, yeni bir dünyanın kurulması ve yeni bir dünyanın kurulması sürecinde Türkiye’nin kurucu rol üstlenmesi anlamına gelecekti.
İşte bu tehlikeliydi. Böylesi bir şeye izin verilemezdi.
Bu nedenler, Türkiye’nin kendi hâline bırakılması, 3 asırlık küresel kapitalist sistemin önce nasıl haksız-hukuksuz temeller üzerinde yükseldiğinin görülmesi, meşrûiyetini yitirmesi ve çatırdaması, sonra da uzun vadede tarihten çekilmesi anlamına gelecekti.
Batılılar şunu çok iyi biliyor ve görüyorlardı: Osmanlı kapitalizme direndiği için bilfiil çökmüştü ama kapitalizme direndiği için bilkuvve yaşıyordu...
Osmanlı’nın “bedeni” yok edilmişti ama “ruhu” yaşıyordu...
O yüzden yeri ve zamanı gelince Osmanlı ruhu dirilebilir, bölgeyi hem de hızla kendine getirebilir ve dünyaya -uzun vadede- adalete ve hakkaniyete, sulhe ve selâmete dayalı yeni bir medeniyet fikri sunabilirdi.
Bu, Batı hegemonyasının, hem de beklenildiğinden daha kısa bir süre içinde çatırdaması ve tarihten çekilmesi sonucunu doğuracaktı...
ÇİN VE HİNDİSTAN DİZE GETİRİLDİ, MEDENİYET FİKRİNE BİZ SAHİBİZ SADECE
Dünya haritasına bakılınca, Türkiye’den başka “alternatif” bir medeniyet fikri sunabilecek dinamizme, birikime ve ruha sahip başka bir aktör olmadığını çok iyi biliyor Batılılar.
Önce Latin Amerika ve Afrika yok edilmişti.
Sonra Japonya dize getirilmiş ve bitirilmişti.
Son olarak da Hindistan ve Çin uyutulmuş ve yutulmuştu.
O yüzden kapitalistleşerek gittikçe güçlenen, hatta bizzat Batılıların öngörülerine göre 25-30 yıl içinde Amerika’yı sollayarak dünyanın en güçlü kapitalist ülkesi konumuna yükselecek olan Çin’den sanıldığı gibi hiç de ürkmüyor ve korkmuyordu Batılılar: Çin durdurulmuş ve vurulmuştu!
İslâm dünyasını yeniden toparlayarak yavaş yavaş yeniden ufukta beliren tek yıldız vardı: Yükselen hilâl Türkiye’ydi bu.
Ne yapıp edip doğmadan boğulmalıydı Türkiye.
O yüzden Gezi kalkışması tertiplendi ama püskürtüldü.
17-25 Aralık kumpası tezgâhlandı ama püskürtüldü.
En son 15 Temmuz darbe ve işgal girişimi hayata geçirilmeye kalkışıldı ama bu da üstelik de bütün Batılıları çıldırtacak destansı bir direnişle bizzat halk tarafından püskürtüldü.
Batılılar, neye uğradıklarını şaşırdılar!
Türkiye içindeki ve dışındaki bütün terör örgütlerini kullanarak Türkiye’ye diz çöktürmeye çalışıyorlar...
Ama artık ata alan Üsküdar’ı geçti: Toplum, bilinçlendi. Liderinin etrafında kenetlendi...
Türkiye’nin son kale olduğunu, mazlumların umudu olduğunu, Türkiye’nin tam bağımsızlık mücadelesine soyunduğunu gösterdi.
Elbette ki, medeniyet yürüyüşü için hazır değiliz... Güçlü bir entelektüel sermaye ve canlı bir kültürel sermayeden henüz yoksunuz...
Ama bundan sonraki aşama tam da bu aşama.
Türkiye bir yandan hızla güçlenmeye devam edecek öte yandan da düşünce, kültür, sanat ve medyada köklü atılımlara “bismillah” diyecek...
Şimdi, önümüzdeki süreçte, Erdoğan’ın toplumun bütün kesimlerini kucaklaması ve toplumu asgarî müştereklerde kenetlemesi gerekiyor...
Şunu iyi bilelim artık: Türkiye, tam bağımsızlık mücadelesi veriyor...
Geri dönüşü olmayan bir istiklal ve istikbal mücadelesi bu.
Dikkatli olacağız, basireti, feraseti ve akl-ı selimi elden bırakmayacağız ve her daim dik duracağız...
O zaman bizi kimse durduramaz.
Vesselâm.