Ahmet Arslan
Tehlikeli sularda yüzüyoruz: Form, normunu dayatıyor!
Bu dünyaya söylenecek tek bir söz var. O sözü söyleyecek biziz. Ama biz yokuz, demiştim.
Sadece şimdi değil; iki asırdır yokuz biz.
Dahası “kimse” kalmadı; modern ve postmodern versiyonlarıyla entelektüel, kültürel, sanatsal ve siyâsî bakımlardan büyük bir dekandans / tefessüh yaşayan Batı uygarlığı, kendisi dışındaki bütün medeniyetlerin kökünü kazıdı: Kimse kalmadı. Latin Amerika silindi. Afrika'nın üzerinden silindir gibi geçildi. Asya, kapitalizmin gönüllü kölesi olup çıkıverdi ve tüketildi.
'Latin Amerika'nın adı bile yok. Adamlar ne Latin ne de Amerika!
Afrika, dünyanın en zengin doğal kaynaklarına sahip ama açlığa mahkûm edildi; kültürleri yerle bir edildi: En büyük kültürler mezarı Afrika şimdi: Batılılar, ne kadar sevinseler azdır: “Tarihin sonu” bu: Yani Batılılar liberalizm / kapitalizm canavarı üzerinden kazandıkları zafer!
Asya, güneş ülkesi, güneşin doğduğu, parlak medeniyet tecrübeleriyle insanlığın yüzakı Asya, kapitalizmin “en iyi” kölesi şimdi: Çin, Japonya ve Hindistan'dan doğmayacak güneş artık! Asya'nın ışığı, kapitalizmin ayartısına yenildi ve söndü!
İnsanlık, ontolojik bir felâketin eşiğinden geçiyor: Hem de güle oynaya! Batı uygarlığının ürettiği ontolojik şiddet, dünyanın bütün büyük medeniyetlerini uyuşturucu liberalizm ve yutucu kapitalizmle tüketti, tarihten sildi.
Batılılar, Rusya'yı, Çin'i, Hindistan'ı ve Japonya'yı dize getirdiler ve bitirdiler. Ama İslam dünyasını tam olarak dize getirmediler ve İslâm'ı seküleleştirmediler ve bitiremediler.
O yüzden İslâm'ı hedef tahtasına yatırdılar çeyrek asırdır ve İslâm'la savaşıyorlar postmodern yöntemlerle kıyasıya!
Üçüncü dünya savaşının tam göbeğindeyiz ama bu savaş, postmodern / sinsi / medyatik yöntemlerle sürdürüldüğü için göremiyoruz.
Dün Batılılar, İslâm'la dışardan ve doğrudan savaşmışlardı. Bugün postmodern dünyada içerden ve dolaylı olarak (yani hem medyaları hem de kendi icat ettikleri terör örgütlerini kullanarak) İslâm'la savaşıyorlar!
Şimdi soru şu: Batılıler, neden İslam'la savaşıyorlar?
Bu sorunun cevabını kısmen verdim: İslam'ı teslim alamadıkları, dönüştüremedikleri (protestanlaştırıp sekülerleştirmedikleri) için kelimenin tam anlamıyla çıldırıyorlar!
Meselenin bir yanı bu. Diğer yanı ise daha hayatî: Batı uygarlığı çöktü: İnsanlığa, entelektüel, kültürel, sanatsal ve ahlaki olarak verebileceği bir şey kalmadı: Bu süreç, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yaşanıyor Batı'da. Bu gerçeği büyük düşünür Nietzsche, çok açık, net ve çarpıcı bir dille getirmiş ve aynen şunları söylemişti: “Avrupa uygarlığı, ölüler evini andırıyor. Virüs bütün vücuda yayılmak üzere. Çöl büyüyor, çöl büyüyor!”diye haykırmıştı büyük düşünür şiirsel ve çarpıcı bir dille.
Batı uygarlığı şu an “pastırma yazı” dönemini yaşıyor. Pastırma yazı, bir uygarlığın çöküş sürecinde yaptığı son hamledir. Ama pastırma yazı'nın sonunda kışın gelmesi ve çöküşün gerçekleşmesi mukadderdir.
Pastırma yazı sürecinde Batı uygarlığının gerçekleştirdiği ve aslında kendi sonunu da getiren hamlenin form'u ironi, adı dromokrasi.
İroni, çelişkilere odaklanır. Ama yüzeydeki, görünen çelişkilere. Derinlerdeki asıl çelişkinin üzerine çivi çakar! Mesela “Mustafa Keser'in askerleri!” der zekice! Eleştiri belli; ya öneri! Cevap: Hiçbir şey önerilmez! Her şey gider!
Buradan Postmodernliğin hız ve haz rejimi dromokrasiye geçmiş oluyoruz tam da. Dromokrasi, kitleleri pornografiye kilitler, ironinin eleştirisini de katleder!
Buradan postmodern popüler kültür meselesine geleceğimi tahmin etmişsinizdir.
Postmodern popüler kültür, bütün dünyada hızla ve virüs gibi yayılıyor, çölü büyütüyor acımasızca.
Türkiye'de de 90'lı yıllardan itibaren inanılmaz bir hızla her yere ve her şeye nüfuz etti: Kültür, sanat ve fikir hayatı, özellikle de klasik ve yeni/sanal medyalar üzerinden postmodern popüler kültür formlarının cazibesine kapıldı ve köklü, asil, derinlikli ve “yüksek” kültürün, sanatın, fikir hayatının kapısına çivi çakıldı.
Form-norm ilişkisini çözemedik ve burada karşımıza çıkan varoluşsal açmazı aşamadık iki asırdır: Batı'nın bilimini alalım, ahlâkını atalım / almayalım, dedik. Batı'nın bilim, sanat, hayat formlarını aldık; hayatımızı tarumar ettik.
Her form, içinden doğduğu norm'un hem ürünüdür hem de yeniden-üreticisi. Medeniyetler, kendilerini, formları üzerinden üretir ve yeniler. Yine medeniyetler arasındaki ilişkiler form'lar üzerinden gerçekleşir.
Yani form, normunu dayatır. Öyle ki, normlarını yitiren toplumların, dışardan aldıkları bütün formlar, o toplumun normlarını deforme eder, formlarını yok eder.
Kendi normlarımıza sahip olamadığımız, kendi normlarımızın ürünü formlarımızı kültür, sanat ve fikir hayatında geliştiremediğimiz şu iki asırlık yokoluş sürecinde dışardan aldığımız formları dönüştürmeden kullanmakla, sürekli olarak kendi ayağımıza kurşun sıktığımızı göremiyoruz bile.