Ahmet Arslan
TALİBAN’IN TÜRK ZULMÜ, ÖZBEKİSTAN’IN MİSYONU VE TÜRKİYE’NİN YÜKÜ
06 Ocak 2024, Cumartesi
(Bir-iki paragraf olarak düşündüğüm paylaşımım çok uzadı. Demek ki kısa ifadelerle meramımı anlatabilme yeteneğim kaybolmuş. Yine de okumaya çalışın.)
Afganistan’daki (Güney Türkistan) Taliban rejimi son dönemde Türk asıllıların arazilerine, köylerine ve mülklerine el koyarak, buralara Peştunları yerleştiriyor.
Aynı yoğunlukta olmasa da benzer zulmü Tacik kökenlilere de yapıyor.
Bunda çok da şaşırtıcı bir şey yok. Puşt, puştluğunu elbette yapacak.
Özbek, Kırgız ve Türkmen asıllılara yönelik bu zulmün son dönemde iyice şiddetlenmesinden dolayı pek çok soydaşımız ile çeşitli kuruluşlar, “Türkiye niye sessiz kalıyor, niye oradaki Türklere sahip çıkmıyor” şeklinde serzenişte bulunuyor.
Haklılar.
Fakat Türkiye, eğer Afganistan (Güney Türkistan) özelinde konuşacak olursak. Azad Beg Kerimi’nin 1988 yılındaki ilk Türkiye ziyaretinden itibaren hemen hiç sessiz kalmadı, kimsenin bilmediği faaliyetleriyle oradaki Türklere sahip çıktı.
Özellikle de Raşid Dostum’un fiili liderliği ele almasıyla birlikte Afganistan’da ABD, İran ve Pakistan ile beraber en aktif rol üstlenen ülkelerden birisiydi. Hatta FETÖ kumpasıyla cezaevinde şehit edilen Kâşif Kozinoğlu’nun son görevi Dostum’un danışmanlığıydı.
Neyse, Türkiye’nin “ilgisi ve sorun giderme yeteneği” yeterli olmamış ki oradaki Türkler hala sıkıntı çekmeye devam ediyor.
Türkiye sadece Afganistan’daki değil, dünyanın herhangi bir yerindeki Türklere ilişkin sorumluluklarından kaçmamalıdır. Elinden ne geliyorsa yapmaya devam etmelidir.
Benim üzerinde duracağım nokta şu: Özbekistan, Afganistan’ın komşusu olması ve başka sebeplerden dolayı Taliban rejimi ile çok iyi ilişkiler içinde. Muhtemelen Çin’in dışında Taliban ile ilişkisi en iyi ülkelerden birisi.
Taliban sıkıştığında buğday gönderiyor, un gönderiyor. Pirinç ve bazı demir-çelik ürünleri gönderiyor.
Komşuluk gereğidir, bunu eleştirecek değiliz.
Bu yakınlık ve komşulukla beraber, ikili ilişkilerdeki hukukunu da kullanarak Acaba Özbekistan hemen yanı başında, sınır boylarındaki hiç değilse Özbek kökenli Türklere yönelik zulmün engellenmesi için girişimde bulunamaz mı?
Türkistan’daki Türk Cumhuriyetleri artık emekleme dönemlerini geçip, rüştlerini ispatlayan, egemen, bağımsız ve kendi ayakları üzerinde duran devletler haline geldiler.
Acaba bunlar hiç değilse kendi bölgelerindeki Türklerin sorunlarıyla kısmen de olsa ilgilenip, Türkiye’nin yükünü biraz azaltamazlar mı?
Ben kendimi bildim bileli “Dış Türkler” olarak kavgalarını verdiğimiz soydaşlarımızla her temasımda “Türkiye bizimle niçin ilgilenmiyor, bize niye sahip çıkmıyor” sözlerini işitmişimdir. Türkiye toprakları dışında kalmış Türkler olarak Türkiye’ye olduğundan daha fazla güç ve kudret yükleyerek, her türlü sorunu çözebileceğini düşünüyorlar. Böyle düşünmekle de haklılar. “Türkiye’nin anlamı” mutlak şekilde bunu böyle düşünmeyi gerektirir.
Bir insanın babası, annesi, abisi nasıl her türlü sorunu çözebilecek, güçlüğün üstesinden gelebilecek “anlamlarla yüklüyse” Türkiye daha fazla “anlamların” taşıyıcısıdır.
Bence bu “anlam dizgeleri” bütün Türk devletleri ve Türk gruplarının ortak sorunları birlikte çözme irade ve çabalarıyla karşılık bulur ve sonuç alır.
Türkiye’nin bütün dünyadaki sorunlara yetişme ve çözme gibi ne gücü ne de imkânı vardır. Ama 80-90 yıldır gücünün de imkânının da çok üzerinde “bir şeyler yaptığı” imkân edilemez.
Afganistan Türklerinin sıkıntılarına değinecekken mevzu çok uzadı.
Kısaca Kerkük seçimleri için de birkaç şey söyleyeyim.
Seçimlerin yapıldığı günün gecesi çok öfkeliydim. “Öfkemin geçmesini” bekledikten sonra çok ağrı şeyler yazmayı planlamıştım. İyi ki öfkemin geçmesini beklemiştim.
Kerkük’teki Türkler, seçimlerden ağır bir mağlubiyetle çıktılar. Seçimi müteakiben, klasik “Türkiye niye bize sahip çıkmıyor, niye gelişmelere müdahale etmiyor” nakaratları tekrarlanmaya başlandı.
Ne yapabilirdi Türkiye?
Kerkük Türkleri kendi oluşturdukları ortak listeye oy vermedi.
Yüzde 40’ıne yakını oy kullanmaya gitmedi.
Ne yapacaktı Türkiye?
MİT, sandıklardaki oy pusulalarını mı değiştirseydi?
Ordu, hane hane dolaşıp milleti zorla oy kullanmayı mı götürseydi?
Kerkük’teki Türklerin bir kısmının neden Celal Talabani’nin oğlunun liderliğini yaptığı KYB’ye oy verdiğini nasıl açıklayacaksınız?
Oy kullanmaya gitmeyenlerin Mukteda el-Sadr’a mı daha yakın oldukları yoksa neredeyse ömür boyu milletvekilliğini garantileyip ve artistik hareketleriyle artık milleti tiksindiren “çakma Başbuğlara” mı yakın olduğunu sadece Kerkük’tekiler değil, bütün Irak Türkleri düşünsün.
Siz kendi yaptığınız ortak listeye oy verdiğiniz için elbette Türkiye Irak’taki Türklerin hakkının, hukukunun takipçisi olmaktan vazgeçmeyecek.
Türkiye’nin de bir “anlam dünyası” var.
Kıbrıs’taki Türk Mukavemet Teşkilatı’nın kurucularından emekli Albay İsmail Tansu, 1950’lerin ikinci yarısından itibaren Türklerin gördüğü zulüm karşısında, “Türkiye niçin uyuyor” serzenişlerinin yaygınlığı karşısında, “aslında hiç kimse uyumuyordu” diyerek, anılarını kaleme aldığı kitabına da bu adı veriyordu.
Artık hem Türk devletlerinin hem de Türk topluluklarının Türkiye’nin yükünü az da olsa omuzlamalarının/azaltmalarının vakti geldi.
İçerik 4457 kez listelendi