İslâm tarihinin en zorlu dönemecinden geçiyoruz: Kış rüzgârları çok sert esiyor: Bir yönden de esmiyor bu sert rüzgârlar: Her yönden esiyor: Güney'den, Kuzey'den, Doğu'dan, Batı'dan bütün yönlerden. Ve zaman zaman ölümcül, yokedici fırtınalara dönüşüyor...
ÖLÜMCÜL MOĞOL VE HAÇLI SALDIRILARI
Önceden, bin yıl öncesinde, Doğu'dan esiyordu bu ölümcül fırtına: İslâm dünyasını kasıp kavuruyordu. Buhara'yı, Taşkent'i, Semarkand'ı ateşe veriyordu. Bağdat'ı, Şam'ı, Kahire'yi ve Kudüs'ü yerle bir ediyordu.
Moğol fırtınası dinmeden Haçlı saldırısı sökün ediyordu: Bu kez Batı'dan da ölümcül bir fırtına esiyor, İslâm dünyasını iki cehennem ateşi arasında bırakıyordu. Bir yanda Doğu'nun barbarları Moğollar, öte yanda Batı'nın haydutları Haçlılar, İslâm dünyasına handiyse belini doğrultamayacağı büyük bir darbe vuruyordu.
İslâm dünyası, ilk ölüm-kalım savaşıyla karşı karşıyaydı.
İşte tam bu sırada, karanlığın en zifirî noktaya ulaştığı o en zor anda Allah Teâlâ tarihe müdahale etti: Selçukluları tarihe girdirdi. Bütün umutların söndüğü bir zamanda, Selçuk çocukları, hem can çekişen Abbasî Sarayı'na girdi, Abbasî topraklarında yeni bir düzen kurdu; hem de Bağdat'tan kuzeye, Anadolu içlerine yürüdü Hakikat Sancağı'nı yere düşürmedi; iki asır içinde Balkanlara kadar uzanacak ve yaklaşık binyıl sürecek bir yolculuğun tohumlarını ekti.
Önce Moğolları defetti; sonra Haçlıları.
Burada sorulması ve izi sürülmesi gereken hayatî soru şu: Selçuk çocukları, nasıl oldu da, ne yaptılar da, Doğu'dan ve Batı'dan İslâm dünyasını kasıp kavuran iki büyük dalgayı, iki ürpertici, yok edici ölümcül saldırıyı püskürtmeye muvaffak oldular?
Bu soru önemli. Bu sorunun cevabını, esaslı bir tarih felsefesi yapabilirsek verebiliriz ancak.
Deneyelim.
TARİHİ, TARİHE GEÇ GİREN TOPLUMLAR YAPAR
Tarihi, tarihe geç giren toplumlar yapar. Selçuk çocukları, İslâm tarihine geç girdiler ve sadece İslâm tarihinin değil, aynı zamanda dünya tarihinin akışını değiştirdiler.
Yine Almanlar da Avrupa tarihine (hem Hıristiyan hem de modern Avrupa tarihine) geç girdiler ve Avrupa tarihini “Almanlar” (Cermenler) şekillendirdiler.
Soru şu: Tarihi, neden tarihe geç giren toplumlar yapıyor, peki?
Bir coğrafyanın veya medeniyetin tarihine geç giren toplum, öncekilerin yaşadıkları, tüketici, güçten kuvvetten düşürücü sorunlarla boğuşmadan, “genç”, “taze” bir “aktör” olarak devreye giriyor, bir heyecan, bir dinamizm ve ön açıcı bir hamle geliştiriyor; tıkanan, donan ve yorulan tarihi yürütüyor.
İşte Selçuk çocukları, İslâm tarihine geç girdiler, hem önceden yaşanan yorucu, yıkıcı ve tüketici sorunlarla boğuşmamış oldular; hem de zaten kurulan ama bir dinamizmle, heyecanla ve coşkuyla harekete geçirilmeyi bekleyen Müslüman tarihini yürüttüler; insanlık tarihini şekillendirecek bir konuma yükselttiler.
BİRİNCİ KRİZİN AŞILMASI VE KÜRESEL İSLÂM DÜNYA DÜZENİ
Selçuk ve Osman çocukları, İslâm medeniyetinin karşı karşıya kaldığı Moğol ve Haçlılar üzerinden gelen ilk büyük saldırıyı püskürtmekle kalmadılar. Aynı zamanda bu ilk medeniyet krizinin aşılmasını sağlayan ve yeni bir medeniyet hamlesinin gerçekleştirilmesini mümkün kılan sarsılmaz yapı taşlarını da döşediler.
Ve İslâm Dünya Düzeni diye tarif ettiğim, tarihte ilk defa küre ölçeğinde üç kıtanın kesişme noktasında sulhü, selâmeti, kardeşliği, adaleti, hakkaniyeti tesis eden ilk büyük küresel medeniyet tecrübesini hayata geçirdiler.
Bu yeni medeniyet hamlesi, İstanbul'un fethiyle gerçekleşti; Yavuz'un hilafeti fiilen üstlenmesiyle nihâî noktaya erişti.
Selçuk çocuklarının başlattığı, Osman çocuklarının tamamladığı, hem birinci büyük medeniyet krizini aşan hem de muhkem bir medeniyet hamlesinin temellerini atan bu İslâm Dünya Düzeni üç sütun üzerine inşa edilmişti: Akide, Fikir ve Siyaset.
İslâm dünyası, tarihinde ilk defa akidede, fikirde ve siyasette bütünleşmişti: Bunlar Ehli Sünnet Omurga'nın İslâm dünyasını kurduğu ve koruduğu sarsılmaz, muhkem temellerdi.
İKİNCİ KRİZİN İMKANLARI DAHA FAZLA
Şimdi, iki asırdır, ikinci büyük medeniyet krizini yaşıyoruz. Bir ölüm-kalım savaşı bu.
Bu kriz, birincisinden daha büyük ve yıkıcı ama nedenlerini iyi kavrayabilir, esaslı bir muhasebe yapabilir, geleceğimizi kuracak âlim, ârif ve hakîm şahsiyetlerinden oluşan bu dünya için ve kendisi için değil hakikat için, hakikatin yeniden hayat bulması, hayat olması ve herkese hayat sunması için yaşayan öncü kuşakları özenle yetiştirebilirsek, bu zorlu krizin imkanlarının birinci krizden daha fazla olduğunu, tarihin akışını yeniden bizim şekillendireceğimizi, dondurucu kışın taptaze, diriltici, hayat bahşedici bir bahara gebe olduğunu görüyorum.
Hayal görmüyorum. Geleceği görüyorum. Geleceği nasıl getirebileceğimiz meselesini yarınki yazıda göstermeye çalışacağım.