Ahmet Arslan
Küresel zorbalığın, hukuk kılıfına bürün/dürül/mesi...
Amerika’da düzmece bir davayla, özelde, Erdoğan devre-dışı bırakılmaya, genelde ise, Türkiye yargılanmaya, hizaya getirilmeye çalışılıyor.
Halkbank ve Hakan Atilla üzerinden aslında Türkiye siyaseten yargılanıyor, mahkûm edilmeye çalışılıyor!
Herkes de çok iyi biliyor ki, bu dava, hukukî bir dava değil, siyasî bir dava.
Hukuk, işin kılıfı, yalnızca.
Gerçekte yargılanan Türkiye: 17-25 Aralık’ın, destansı bir şekilde halkın tankların önüne yatmasıyla püskürtülen 15 Temmuz darbe ve işgal girişiminin intikamı alınmaya, Türkiye’ye ekonomik ve dolayısıyla siyasî darbe vurulmaya çalışılıyor...
HUKUKUN ARAÇSALLAŞTIRILMASI VE SÖMÜRÜLMESİ
Amerika, Türkiye’ye diz çöktürmeye çalışıyor; bunu da, hukuk kılıfıyla yapıyor.
Burada insanlık çapında, insanlığın ve hatta Batı uygarlığının geleceği açısından çok esaslı bir sorun var: Hukukun, bir ülkeyi dize getirmek için sopa olarak kullanılması, araçsallaştırılması.
Oysa bu, Batı uygarlığının değerlerinin, kurumlarının ve yeryüzündeki hegemonyasının nasıl ayartıcı ve ürpertici yöntemlerle sürdürüldüğünü göstermesi açısından oldukça düşündürücü; ama dünyada da, bu ülkede de kimse çıkıp da hukukun böylesine araçsallaştırılmasını, dolayısıyla hukuk ve adalet fikrinin ayaklar altına alınmasını sorgulamıyor.
Hukukun ayaklar altına alınması, ürperticidir çünkü. Bir şekilde de olsa hukukun olmadığı, ayaklar altına alındığı bir dünya, yaşanılamayacak, orman kanunlarının hükümfermâ olduğu bir gücü gücü yetene dünyası’dır.
Tuhaf olan şey şu: Batı’da güçlü bir hukuk sisteminin varolduğu inancının çok yaygın olması, hatta bunun tartışılmayacak bir gerçek olarak benimsenegelmesidir.
Gerçekten öyle mi acaba?
Karşımızda gerçek anlamda hukukun egemen olduğu bir durum yok: Hukukun sömürüldüğü, hukukun her ne sûretle olursa olsun, gerektiğinde ayaklar altına alınarak bambaşka şeyler için kullanıldığı ürpertici bir durum var.
BATI’NIN KORKULARI VE SAHTE KUTSALLARA DAYALI ZORBALIĞI
Batı’yı ayakta tutan, ikili bir sistem var: Sermaye düzeni ve yargı sistemi.
Batı’da Tanrı yok; hiç bir zaman da olmadı.
O yüzden hep sahte tanrılar, sahte kutsallar icat ederek varlığını sürdürme savaşı veriyor Batı uygarlığı...
Sahte kutsalların başında güç geliyor.
Tarihlerinin başlangıcından itibaren gücü, dolayısıyla güç üreten araçları kutsadılar Batılılar.
İyi de, Batı uygarlığının gücü, dolayısıyla güç üreten araçları kutlamasının nedeni ne, peki?
Bunun temel nedeni, Batı uygarlığının umutlara değil korkulara dayanıyor olması ve varlığını hep ötekiler, düşmanlar, canavarlar icat ederek sürdürüyor olmasıdır.
Batı’da insan da yok; hiç bir zaman da olmadı. İnsan, önce tanrılaştırıldı; sonra aşağılandı. İnsanın tanrılaştırıldığı hümanizm yolculuğu, insan-ötesi (trans-human) ve insan-sonrası (post-human) olarak tanımlanan insansız ve ruhsuz bir dünyanın çıkmaz sokağına saplandı!
Niçin peki?
Batı uygarlığının gerçek anlamda Tanrı fikrinin olmayışı, hakikat fikrinin olmayışı, özgürlüğün korku ve çatışma medceziri olarak algılanmasına ve yaşanmasına yol açıyor.
Özgürlük, umutlara değil korkulara dayanan bir çıkmaz sokağa, kolaylıkla anlamını yitirecek bir ayartı biçimine dönüşüyor; kitlelerin ayartılması, sahte, din-dışı kutsallıkların, hızın, hazzın, arzuların ve tüketimin kölesine dönüşmesi özgürlük olarak algılanıyor.
Cins filozoflardan Kierkegaard, bu sorunu enfes biçimde şöyle izah eder: “Beden içine hapsolan, fizikî dünyanın nedensel yasalarına boyun eğen insan, dünyevî eğilim ve itkilerin ağırlığı altında ezilir. Dolayısıyla, özgürlük, çatışma ve korku olarak yaşanır.”
Ve şöyle noktayı koyar büyük düşünür: “Korku, insanın içindeki iki dünya, ruhun dünyasıyla tabiî dünya, Tanrı’nın dünyasıyla hayvanın dünyası arasındaki kesişme noktasıdır.”
Amerika’da yaşanan dava, ABD’nin, küre üzerindeki zorbalığını meşrûlaştırmak adına hukukun sömürülmesidir.
Bu, korku üzerinden, başkalarının kötü ve canavar ilan edilmesidir.
Oysa kötülüğün ve canavarlığın meşrûlaştırılması ve ta kendisidir.
Batı uygarlığının, varlığını ve küre üzerindeki hegemonyasını, başkaları üzerinden, sürgit hayalî “kötüler ve canavarlar icat ederek” sürdürmeye borçlu olduğunun bir kez daha ispatlanmasıdır.
Ama insanı tedirgin eden şeyse, birilerinin bu ülkede hâlâ Batı uygarlığının, özgürlüklerin, hukukun üstünlüğünün yurdu ve ufku olarak düşünebilecek bir zihnî felçleşme yaşıyor olmasıdır.