Türkiye'de parlamenter sistemin değişmesine karşı çıkan bir lobi var: Dışarının (özellikle AB'nin) sözcü'sü ve gözcüsü gibi çalışıyor bu lobi.
Bu lobi, sistemin değişmesini istemiyor.
Şunun için: Türkiye'de görünüşte tıkır tıkır işleyen bir parlamenter sistem yürürlükte. Ama görünüşte yalnızca!
PARLAMENTER SİSTEM: ALİ-CENGİZ OYUNU!
Gerçekte tam bir gözboyamacadan ibaret her şey: Cumhurbaşkanlığı'na sorumluluk vermeyen ama inanılmaz yetkiler veren; buna mukabil parlamentoya sorumluluk veren fakat yetki vermeyen bir “Ali-Cengiz Oyunu” gibi işletilen, dışarının sözcüsü ve gözcüsü bürokrasi ve teknokrasinin işi götürdüğü absürd bir sistem bu!
Cumhurbaşkanı'na büyük yetkiler verilmesinin nedeni şu: Bütün cumhurbaşkanlarının asker kökenli olacağı düşünülmüş.
Özal›la birlikte bu yılan hikâyesi gibi kurulan, kurgulanan ve halkın iradesinin aleyhine işletilen vesayet rejimi çatırdadı ilk kez.Gül'le ve özellikle de Erdoğan'la birlikte Cumhurbaşkanını halkın seçmesiyle de çöktü fiilen.
VESAYET SİSTEMİNİ ÇÖKTÜ FİİLEN
Şimdiye kadar küresel sistemin güdümünde vaziyeti idare eden bir sistem vardı ülkede. Hiç bir bölgesel ve küresel iddiası olmayan güdümlü bir sistemdi bu.
İşte bu vesayet sistemi, “One minute”ten itibaren çöktü fiilen: Türkiye, rahmetli Erbakan'dan sonra, vaziyeti idare etmek yerine, idareye vaziyet edecek, halkın iradesini bütün kurumlara yansıtacak, medeniyet iddiasını yeniden hatırlayarak bütün dünyaya adım adım, aşama aşama sunacak bir yolculuğa soyundu.
Erdoğan, görünüşte, Batı ittifakının bir üyesi olarak, Batılı kurumlarla ilişkilerini sürdürdü Türkiye'nin. Fiilen de böyle oldu büyük ölçüde.
Ama gerçekte, siyasî olarak rahmetli Erbakan tarafından çerçevesi çizilen, küresel kurumları hayata geçirilen başka bir yolculuğa doğru kulaç atmaya başladı Türkiye Erdoğan'la birlikte: İslâm dünyasını yüzyıllık yattığı kış uykusundan uyandıracak, bağımsızlığına kavuşturacak zorlu bir yolculuk.
TÜRKİYE'NİN YÖRÜNGESİNİ BULMA YOLCULUĞU...
Vesayet rejiminin kalıntıları, Batılıların uzantıları laik elitokrasi, bürokrasi ve teknokrasi, Türkiye'nin ite-kaka güç belâ çıkmaya çalıştığı medeniyet yolculuğunu, Türkiye'nin eksen değiştirmesi olarak görüyor.
Oysa bu, Türkiye'nin yörüngesini bulması yolculuğu. Türkiye, eksenini, medeniyet iddialarını terkederek, küresel sistemin “cephe ülkesi” olarak Batı hegemonyasının taşeronu rolünü oynamayı kabul ettiğinde kaybetti asıl!
Türkiye, bin yıllık dünya tarihini yapmasını mümkün kılan medeniyet iddialarına yeniden sahip çıkamazsa, parçalanmaktan ve yok olmaktan kurtulamaz.
Yeni bir dünya kuruluyor: Siyasî, coğrafî, stratejik bölgesel ve küresel haritalar yeniden çiziliyor. Yüz yıl sonra karşımızda bambaşka bir dünya olacak.
Türkiye, tam bu noktada tarihî bir yol ayrımının eşiğine gelip dayanmış durumda: Ya medeniyet iddialarına sahip çıkarak tarihin yapılmasında kurucu bir aktör olarak kilit rol oynayacak. Ya da bütün tarihî derinliğini, medeniyet birikimini inkâr etmeyi, Batılıların taşeronluğunu sürdürmeyi tercih edecek ve parçalanmaktan ve tarihten çekilmekten kurtulamayacak.
Tam bu noktada Türkiye'nin önündeki en büyük takoz: Celladına âşık, kendi kültürel dinamiklerini, medeniyet birikimini ve tarihî derinliğini inkâr etmeyi marifet sanan Türk aydınıdır.
Bedenen burada, zihnen Batı'da yaşayan bu seküler Türk aydını, ne Batı'yı, Batı'nın yüzyıllık hedeflerini biliyor ne de bu topraklarla ve bu toprakların çilekeş insanıyla ilişki kurabiliyor!
ANAHTAR, TÜRKİYE(DE)!
Küresel güçler, dünyanın gelecekte alacağı şeklin anahtarının Türkiye'nin “elinde” olduğunu bizim salak ve asalak entelijansiyamızdan çok daha iyi biliyorlar.
O yüzden küresel savaşlarını ve stratejilerini Türkiye üzerinden, Türkiye'nin yeniden gelişini durdurmak amacıyla gerçekleştiriyorlar.
Dün biz gittik, onlar geldi. Yarın biz gelince, onlar gidecek çünkü.
İşte bu yakıcı gerçeği göremeyecek kadar salak ve asalak, zihnen ve ruhen Batı'ya -hem de katolik nikâhıyla!- bağımlı Türk entelijansiyası!
Oysa insanlığın diriltici bir soluğa ihtiyacı var. Bu soluğu biz üfleyebiliriz yine yeniden. Yalnızca biz. Biz yani insanlığın yükünü omuzlarında taşıdığı şuuruyla nefes alıp veren özelde Anadolu kıtasının çocukları, genelde gerçek özgürlüğüne kavuşacak Müslümanlar!
Türkiye'nin bu ülkenin halkının bin yıllık çileyle kardığı maya'yı, bulduğu ruhu yeniden hayata geçirmesini sağlayacak bir medeniyet yürüyüşüne soyunmasını engelleyecek şekilde kurgulanan bu vesayetçi parlamenter sistemle gitmesi mümkün değil.
KAYBEDECEK VAKTİMİZ YOK: ACİLEN BAŞKANLIK SİSTEMİ!
Türkiye'nin kaybedecek vakti yok!
10 yılda 100 yılın tohumlarını ekemezsek her şey biter! Bize umut bağlayanazlumların umutları da suya düşer!
O yüzden, bürokratik ve teknokratik küresel vesayet rejimine tekmeyi buracak, hızlı karar alıp süratle uygulayacak başkanlık sistemine geçmesi lazım Türkiye'nin hızla!
Şimdiye kadarki 15 yıllık süreçte ekonomisini büyüttü, stratejik hedeflerini büyüttü, ufkunu medeniyet coğrafyasına kadar genişletti. Ve bunun karşılığını da üretti.
Erdoğan, korunaklı bir duvar ördü böylelikle: İçerden ve dışardan yapılan saldırıları püskürtebilecek, oyunları bozabilecek kadar korunaklı bir duvar bu!
Dalga kırıldı yani. Erdoğan'ın da açıkça -iyi ki de- itiraf ettiği üzere medyada, kültürde, eğitimde, şehircilikte ve gençlikte ihmal edilen ve dağ gibi biriken sorunların, yanlışlıkların üzerine daha emin adımlarla, kısa, orta ve uzun vadeli atılımlarla gidilebilir artık.
Şimdi dalga kurma zamanı: Ama rasyonel, dikkatli adımlarla, geleceği adım adım inşa etme zamanı.
Türkiye, bu süreçte küresel ölçekte büyük zorluklarla, engellerle karşılaşacak. Türkiye'nin bu süreçte izlemesi gereken yol haritası ve stratejisi şu olmalı: Kaş yapayım derken göz çıkarmadan, adım adım, aşama aşama ama büyük yanlışlıklar yapmadan geleceği kuracak, tarihin akışını şekillendirecek sakin ama kendinden emin bir şekilde yörüngesini bulmak, istiklal ve istikbal mücadelesini engelleri birer birer aşarak nihâî noktaya ulaştırmak.
Türkiye'nin dikkatli ve zekice nir stratejiyle yörüngesini bulma yolculuğu, insanlığa da nefes aladırlar ve yüz yıl sonra Türkiye insanlığın nefes borusu olacak...
Allah'ın lütfu, keremi, inayeti ve yardımıyla elbette.
O yüzden hem büyük hatalar yapmaktan kaçınmak hem de yörüngemizi bulacak uzun soluklu bir medeniyet yolculuğuna soyunmak zorundayız.
Onun için de bir yandan ekonomik ve stratejik hedefleri büyütürken, başta kangrene dönüşen eğitim olmak üzere, kültür, medya ve gençlik'te yapı taşlarını döşeyecek, dalga kuracak, insanlığın umudu olacak atılımları da vakit kaybetmeden hayata geçirmek gerekiyor. Vesselâm.
Ahmet Arslan
Kaybedecek vaktimiz yok! Başkanlık sistemi şart!
06 Mayıs 2016, Cuma
Mayıs 06, 2016