Süleymaniye nedir, bilir misiniz?
Süleymaniye, bir ufuktur: Hem maddî düzleme açılan, hem de manevî düzleme yayılan, hem yatay düzlemde gerçekleşen, hem de dikey düzlemde gerçekleşen bir insanlık ufkudur Süleymaniye.
AHLAK'IN, ESTETİĞİN VE MANEVİYATIN ZİRVESİ: SÜLEYMANİYE
Süleymaniye, çok katmanlı, aşılamamış, bundan sonra da kolay kolay aşılamayacağını rahatlıkla söyleyebileceğimiz insanlık çapında ve kâinât ölçeğinde bir ufuktur.
Osmanlı medeniyetini bütün diğer medeniyetlerden ayıran ahlâk, estetik ve adalet sütunlarının ölümsüzleştirdiği, maddî ve manevî planda gerçekleştirilen bir zaferin, bir ufuk çizgisinin zirvesidir.
Bu ölümsüz, zamana meydan okuyan muhteşem ve muazzez ufuk çizgisi, bizi yeniden tarihe girdirecek, yeniden tarihin nasıl yapılabileceğini gösterebilecek eşsiz bir fikir ufku, sanat ufku, siyaset ufku ve hayat ufku, hasılı bir insanlık ve kâinât ufku sunuyor bize.
Ama bu ufkun ne kadar farkındayız, bu ufkun boyutlarını ne kadar müdrikiz, bu konuda kuşkuluyum doğrusu. Eğer bu ufkun farkında olsaydık, bu ufku gerçekten idrak ediyor olsaydık, Süleymaniye'yi bu kadar yalnız bırakmaz, kendi hâline, kendi kaderine terk etmez, mezbeleliğe çevirmez, siluetini katletme cinayeti işlemezdik...
EFENDİMİZ'İN EMRİ!
Süleymaniye'yi her düzlemde ufuk yapan, bizatihî Fahr-i Kâinât Efendimiz'in manevî âlemde gerçekleşen müdahalesi ve emridir: Kâinâtın övüncü, kıvancı, insanlığın rahmet kaynağı Efendimiz, bir gece, Kanûnî'ye, rüyasında, Süleymaniye'nin bulunduğu yere bir cami ve külliye yapılmasını emreder.
Kanûnî, Efendimiz''in emrini yerine getirmek üzere derhal harekete geçer ve mimarbaşı Sinan'a, İstanbul peyzajının en aziz, en leziz, en latif, en güzel, hasılı en zirve noktasına bir cami ve külliye yapılmasını emreder.
Sinan, Kanûnî'nin yapılmasını emrettiği caminin ve külliyenin nasıl olacağını ayrıntılarıyla Kanûnî'ye anlatmaya başlayınca Kanûnî hayretler içinde kalır ve Sinan'a “Sinan, sen sanki bu işten haberdâr gibi görünüyorsun” deyince, Sinan şunu söyler Kanûnî'ye: “Efendimiz, Peygamberimiz size cami ve külliye ile ilgili tebşirat ve talimatta bulunurken, bendeniz, sizin dört adım gerinizdeydim.”
Yani İstanbul ufku'nun mimarı bizatihî Peygamberimiz'dir. İstanbul''un fethi emrinden, Osmanlı medeniyetinin ilâ-yı kelimetullah için ebed-müddet bir tecrübe üretmesine kadar geçirdiği bütün aşamalarda, ulaştığı bütün zirve noktalarda, İstanbul ufkunun planını, programını, yol haritasını manevî âlemde bizatihî Peygamberimiz çizmiştir.
Bu, tarihte pek az millete nasip olabilecek bir lütuftur: İlâhî takdirin, ilâhî kudreti hakkıyla takdir eden, ilâhî kudretin hayatta hayat bulması için bütün imkânlarını seferber eden bir millete sunduğu yüce bir “gizli el”dir.
O yüzden, Süleymaniye, eşsiz, mümtaz bir ufuk çizgisinin adıdır hem bizim için, hem de bütün insanlık için: İstanbul ufku, en iyi ifadesini Süleymaniye'de bulmuştur.
O ufuk orada duruyor; bütün canlılığıyla, haşmetiyle, azametiyle, nezafetiyle bize sesleniyor her ân. Süleymaniye, bu ufku, zamanın bütün değişimlerine meydan okurcasına bize sunmaya devam ediyor hâlâ.
Ama biz bu ufuk çizgisini görecek gözlerimizi, idrak edecek gönüllerimizi yitirmiş durumdayız. Biz burada değiliz ne yazık ki. O yüzden bu ufku görebilecek ve yeniden kuşanabilecek bir söylem ve eylem yolculuğuna her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
“İSLÂM DÜNYASININ AYAĞA KALKABİLMESI İSTANBUL'A BAĞLl”
Süleymaniye'de tecessüm eden İstanbul ufku, Osmanlı medeniyetinin ahlâk, estetik ve adalet sütunlarının bütün insanlığa yeniden hayat bahşedebileceği, ruh üfleyebileceği bir derinlik sunuyor bize; kuşatıcı ve kucaklayıcı bir yol haritası koyuyor önümüze.
Bursevî Hazretleri, İstanbul ufkunu sarsıcı bir şekilde tasvir eder bize: Ve İstanbul'un Allah-u Zü'l-Celâl ve Cemâl'in “el-Câmi” ism-i şerifinin tecellî ettiği bir şehir olduğunu hatırlatır: Her şeyin kendisine aktığı, her şeyin kendisinden aktığı, her şeyin kendisinde toplandığı, bütün dinlerin, kültürlerin, ilimlerin, hayatların, farklılıkların buluştuğu bir cazibe merkezi, bir toplanma mekânı.
Dolayısıyla hakikatin bayrağının burada göndere çekildiği, yeryüzünün her bir tarafına buradan gönderildiği, sadece Müslümanların değil, bütün insanlığın yeniden ahlâk, estetik ve adalet ilkeleri çerçevesinde sulh ve selâmete, yeni bir erdemli siteye, yeni bir darusselâm'a kavuşabileceği yegâne toparlanma, ayağa kalkma noktası: Dirilişin ve varoluşun yeniden hayat bulacağı tek nokta, İstanbul ufku.
Bu gerçeği, tâ Yemen'de duymak çok şaşırtmıştı beni: Yemen'de tarihî San'a çarşısında dolaşırken, Yaşlı bir Yemenli Türkiye'den geldiğimizden emin olduktan sonra yanımıza yaklaşarak şöyle ifade etmişti:
“İstanbul düştü, İslâm dünyası düştü; İslâm dünyasının yeniden ayağa kalkabilmesi, İstanbul'un yeniden ayağa kalkabilmesine bağlı!”
Ahmet Arslan
İstanbul ufkunun “mimarı” Peygamberimiz'dir
08 Kasım 2015, Pazar
Kasım 08, 2015