Sözümona “özgür dünya”nın (!) yurdu Amerika’nın -kelimenin tam anlamıyla- “yankee” yeni başkanı, Suud kralı ve Mısır diktatörü ile Riyad’ta üzerine el basarak yemin ettikleri “sihirli küre”den Katar’ı karadan, havadan ve denizden abluka alma “kararı” çıktı. Bu karar Katar’ı bir kaşık suda boğmayı amaçlıyor ama asıl görünmeyen çok önemli üç hedefi var:
1-İslâm dünyasındaki devletleri yok etmek, şehir devletleri, kantonlar icat etmek
2-İslâmî hareketlerin birbirleriyle irtibatlarını kesmek
3-Müslümanları birbirine kırdırmak...
DEVLETLERİ YOK ETMEK, KANTONLAR, ŞEHİR DEVLETLER İCAT ETMEK İSTİYORLAR...
ABD Başkanı Trump, tam bir kovboy gibi. John Wayne Yankee’sinin hortlamışı sanki. Bir devlet başkanına hiç benzemiyor.
Dünyaya bir haydut gibi çeki düzen vermeye devam edeceğini gösterdi Trump, Başkan seçildikten sonra yaptığı ilk yurtdışı ziyaretinde Riyad’da.
Körfez ülkeleri, Trump’ın, Suud kralı ve Mısır diktatörü Sisi ile birlikte Riyad ziyaretinde “sihirli küre”ye el basarak yemin etmelerinin üzerinden bir kaç güç geçmeden Katar’ı kara, hava ve denizden ablukaya aldılar.
Tam bir köle psikolojisiyle, efendileri emretti diye Katar’ı boğmaya başladılar.
Türkiye, Katar’ı yalnız bırakamaz. Hedefte Türkiye de var asıl.
Mesele #Katar değil.
Batılıların 3 hedefi var:
1-Devletleri yok etmek. Biraz açarsak... Haritaları silbaştan yeniden çizmek, İslâm dünyasını lime lime, paramparça etmek, deyim yerindeyse İslâm dünyasında şehir-devletleri, küçük kantonlar icat etmek, böylelikle istenildiği gibi dışardan diktatörler veya küçük kastlarla yönetmek, karıştırmak, yönlendirmek.
2-İslâmî hareketlerin, cemaatlerin, oluşumların birbirleriyle irtibatlarını kesmek.
3-Müslümanları birbirine kırdırmak. Büyük sünnî-şiî mezhep çatışmasını patlatmak.
İSLÂMÎ HAREKETLERİ YOK ETMEK İSTİYORLAR...
Osmanlı’nın tasfiyesinden sonra İslâm tarih yapan bir aktör olarak tarihten çekildi. İslâm’ın varlığını sürdürmesini sağlayacak Müslüman devlet kalmadı yerkürede. Bütün İslâm dünyası sömürgeleştirilerek köleleştirildi, kaynakları talan edildi.
İslâm, son iki yüzyıldan bu yana varlığını İslâmî hareketlere, cemaatlere, oluşumlara borçludur.
İslâmcılığa borçludur.
İslâmcılık, Müslüman toplumların hem içerde hem de dışarda verdikleri bağımsızlık, İstiklal ve istikbal mücadelesinin yegâne kaynağıdır.
İslâm dünyasında sömürgecilere verilen direniş mücadelesinde birinci derecede belirleyici rol oynadı İslâmcı hareketler. Sömürgecilere karşı verilen bu direniş mücadelelerinin ve mücahedelerinin başını İslâmî hareketler çekiyordu.
Kurtuluş savaşı da, bir İslâmî mücahedeydi. Bizzat Mustafa Kemal’in kendi yazdığı yazılarda “millî mücahede” olarak sözediyordu bu mücadeleden.
Tasavvufî hareketler başat direniş aktörleriydi.
Kafkaslar’da Şeyh Şamil, Afrika’da Şeyh Senûsî, Mısır’da İhvan hareketinin kurucusu Şeyh Hasan el-Bennâ, öncelikle tasavvufî hareketlerin ya da tasavvuftan doğrudan veya dolaylı olarak beslenen hareketlerin bizzat “cephede”ki, en öndeki liderleriydiler.
Bu hareketlerin tasavvufî hareketler olması zarûriydi. Nefis terbiyesi ve tezkiyesi, dolayısıyla güçlü bir Müslüman şahsiyetin inşası temel gayesiydi bu hareketlerin.
Güçlü şahsiyetler inşa etmeden, güçlü maddî ve manevî ordular inşa edebilmek, güçlü eğitim kurumları inşa etmek, öncü fikir adamları yetiştirmek zordur.
Katar’da hem mevcut devletleri bitirmek, şehir devletleri, kantonlar icat etmek hem de bu seküler devletlerin yarın İslâmî devletlere dönüşmesinin yegâne şartı olan İslâmî hareketlerin kökünü kazımak istiyorlar.
Çok büyük bir saldırı bu. Bu saldırıya karşı sessiz kalınamaz.
İslâm’ın geleceği sözkonusu.
Şu kadarını söyleyeyim bir Nietzsche veya bir Baudrillard gibi hatta onlardan da ilham alarak: İnsanlığın geleceği, onuru ancak İslâm’la kâimdir.
Bu gerçeği, Baudrillard, “İslâm’ı terörle özdeşleştirmek ve hedef tahtasına yatırmakla, insanlığın önündeki tek seçeneği yok ediyoruz” diye haykırmıştı.
Vesselam.