Dünkü yazımda, “bir asırda bölgemizi cehenneme çeviren Batılılar, biz gelince, bölgemizden defolup gidecekler” diye yazdım. Ama, sözümona solcu-sosyalist bir site bundan rahatsız oldu; üstelik de “Yusuf Kaplan, Batıcılar, defolup gitsinler, dedi” diyerek provokatif, yalan bir haber yaptı.
İnanılır gibi değil gerçekten!
SIĞLIĞIN DİBİ!
Ahmet Arslan
Bir asırda, ödünç akıl’la, yokoluş çukurunun eşiğine fırlatıldık... Ama...
11 Temmuz 2016, Pazartesi
Madem solcu-sosyalist filansınız, “emperyalist Batılılar defolup gidecekler!” dedim diye, neden rahatsız oluyorsunuz ki?
İkincisi, bendeniz, “Batıcılar vs. defolup gitsinler / gidecekler!” diyecek kadar sığlaşacak biri değilim.
Ama hiç söylemediğim bir şeyi sanki söylemişim gibi duyurmuşlar!
O yüzden a-sosyal medyada, bu sitenin attığı iğrenç başlıktan sonra yazıyı okumadan -özür dilerim ama- “sürüler hâlinde” saldırmaya başladı çapsız, sığ tipler!
Bu nasıl bir şeydir, nasıl bir sorumsuzluk örneğidir böyle?
Medyatör gibi çalışan bir gladyatör gibisiniz, gerçekten!
En önemlisi de şu: Siz, kime çalışıyorsunuz? Entelektüel solun düştüğü acıklı durum bu! Yazık!
YAŞADIĞIMIZ HAYAT ÜZERİNDE DÜŞÜNMEK...
Bilge adam Socrates, “üzerinde düşünülmeyen hayat, yaşamaya değmez” demişti öğrencisine. Öğrencisi de, tam da Socrates gibi bilge bir kişinin öğrencisi olduğunu kanıtlayan şöyle bir karşılık vermişti üstadına: “Yaşanılmayan hayat, üzerinde düşünmeye değmez.”
Peki, biz hayatımız üzerinde düşünebiliyor muyuz?
Hayır.
Neden?
Yaşadığımız ya da yaşadığımızı sandığımız ama gerçekte sürüklendiğimiz / yuvarlandığımız hayat, üzerinde düşünmeye değmeyen bir hayat olduğu için mi; yoksa düşünme kabiliyetlerinden yoksun olduğumuz için mi?
Cumhuriyet Türkiye'si bir asra yaklaştı; ama hâlâ özgün, kendine özgü,ufuk ve zihin açıcı bir aklı yok!
Oysa kendine özgü bir aklı olmayan düşünebilir mi? Varolabilir mi? Var olduğunu iddia edebilir mi? Varlığını sürdürebilir mi? Dünyaya esaslı bir şey söyleyebilir mi?
BİR ASIRLIK AKIL TUTULMASI: ÇOCUKLARIMIZI ÖLDÜRÜYORUZ...
Cumhuriyet Türkiyesi'nin bir aklı var; ama ödünç bir akıl bu: Doğduğu, anavatanı Avrupa'da bile çoktan aşılan, anakronikleşen (tarih-dışına itilen), kıyasıya tartışılan Fransız Aydınlanmacılığının kendimize benzettiğimiz (=tanınamaz hâle getirdiğimiz, dondurduğumuz), eklektik (=devşirmeci) bir ruhla (ruhsuzlukla) içini boşalttığımız; kör, körleştirici ve köleleştirici bir inatla zoraki olarak yaşatmaya türlü tuhaf antlar içtiğimiz, “kullanım süresi çoktan geçmiş” bir Fransız aklı bizim ödünç aklımız!
Ödünç bir akıl'la düşünebilir miyiz? Ödünç bir akılla, üzerinde düşünmeye değer, yaşanılan ve yaşamaya değer bir hayat kurabilir miyiz?
Fransızlardan ödünç aldığımız ya da daha iyi bir ifadeyle “aşırdığımız” akıl, aklî kabiliyetlerimizi dumura uğratan, yalnızca güç ve çıkar çevrelerinin güçlerini ve çıkarlarını pekiştirmelerine yarayan kaba, aklamacı bir akılcılık. Başka bir şey değil. Bunu görüyor olmalıyız artık.
Fransızlardan ödünç aldığımız akıl, büyük düşünür Nietzsche'nin “laik bilim kilisesi” olarak kıyasıya eleştirdiği pozitivist Batılı bilimi din'in yerine yerleştirerek bilimi putlaştıran; İslâm'ı dar bir alana hapsederek boğan, bu milletin nefes alamaz hâle gelmesine neden olan; İslâm'a dayalı değer, ahlâk, zihin ve davranış biçimlerini tahrip ettiği için Batı kültürünün posası çıkmış ürünlerini tepe tepe tüketen, kendisi hiç bir şey üretemeyen; o yüzden debedenen burada zihnen Batı'da yaşayan şizofrenik (çift kişilikli) kuşaklar yetiştirerek Batılıların zihnen kölesi hâline getiren; çocuklarını top ile pop, arabesk ile eurobesk arasına fırlatan; orta eğitimde uyuşturucu, cinayet şebekelerinin cirit atmasına yol açan; bize yarardan çok zarar getiren ezberci, şabloncu primitif bir pozitivist akıldan başka bir şey midir?
Bu ülkeyi Batılı emperyalistlere teslim etmemek için 1870'li yıllardan itibaren dört bir cephede tam yarım asır savaştık biz. Ama sonunda Batılı sömürgecilerin yapmak istediklerini kendi ellerimizle yapmayı marifet sandık ve ülkeyi tepeden tırnağa sekülerleştirerek her alanda İslâm'dan arındırdık, böylelikle kendi kendimizi sömürgeleştirdik. Çocuklarımıza güçlü bir kültür, tarih ve medeniyet şuuru kazandırmayı, “irtica, gericilik, yobazlık” olarak gördük ve iddialarını, ideallerini, rüyalarını yitirmiş, Batılıların yoz, sığ, köleleştirici, uyuşturucu üçüncü sınıf popüler ve seküler kültürlerini, hayat tarzlarını, bakış açılarını, ikonlarını, idollerini, hayalleriniçocuklarımıza tam bir sömürgeci marifetiyle zerkettik.
Tam bir akıl tutulması bu. Öyle bir akıl tutulması ki bu; özeleştiriden yoksun. Hâlâ “analitik” ve eleştirel melekelerimiz işlemiyor. Hâlâ kendimizle, yapıp-ettiklerimizle yüzleşmekten kaçınmayı tek çıkar yol olarak görüyoruz: Ve tam bir çocuksuluk hâli bu aynı zamanda. En küçük tartışma, “analiz”, eleştiri girişimine bile tahammül edemiyor, bu eleştirileri yapan yazarları, fikir adamlarını bile linç etmekten, karakter suikastine tabi tutmaktan çekinmiyoruz.
BİR ASIRDIR YOKOLUŞ ÇUKURUNUN EŞİĞİNE FIRLATILMAK...
Nedir bu?
Tam da ödünç aklın, aslâ eleştiriye tahammülü olmadığını, yalnızca körkütük saldırı biçimleri üretmeye yaradığını gösterenzihinsel körleşme, entelektüel opaque'leşme (donma) hâli bu!
Bunlar, sözümona en entelektüel kesimleri! En entelektüel kesimleri bile, yalan habere, linç girişimine itibar ediyorsa, diğer çevrelerin entelektüel melekelerinin nasıl yerlerde süründüğünü siz düşünün artık!Zırnık kadar fikir yok! Ama küfür gırla! Beyin değil, kasıkları çalışıyor bunların yalnızca!
Dekadansla dans, kaygan zeminlerde patinaj yapmak tam da böyle bir şey işte!
Yazık gerçekten, çok yazık!
Yaşadığımız, kendimizi inkârla başlayan ama kültürel, varoluşsal intiharla sonuçlanan bu bir asırlık yolculuğun bizi getirdiği nokta komediye dönüşen bir trajedi: Ödünç akılların bizi bir yere götürmeyeceğini; yokoluş çukuruna fırlatacağını görelim artık.
İçerik 3539 kez listelendi