Bir yanda, bayram coşkusu, sevinci, bayram günlerinin heyecanı ve neşesi...
Öte yanda, insanın şehirden, insanlardan tatile kaçışı, dekadansla dans’ı…
İşte bizim yaşadığımız şizofreninin, yörüngesini yitirmenin, esen rüzgârların önünde sürüklenmenin, çürümenin, çölleşmenin hikâyesi, ürpertici göstergesi!
ÖLÜMÜ HATIRLADIKÇA YAŞAR İNSAN
Bütün bilgeler, hayatın ölüm’le, ölüm fikrinin şuuruna ermekle kâim ve dâim, anlamlı ve yaşanabilir olduğunu söylerler bize..
Doğu’nun Konfüçyüs, Tao gibi kadîm bilgelerinden Batı’nın Eflatun, Schopenhauer, Nietzsche gibi derinlikli düşünürlerine; İslâm’ın bütün ilim, irfan ve hikmet büyüklerine kadar insanlığın yetiştirdiği büyük düşünürler, sanatçılar ölümü unutan insanların hayatı yaşayamayacaklarını, hayatın ve insanlığın temel varoluşsal sorunlarına karşı duyarsızlaşacaklarını, bencilleşeceklerini ve yalnızca hız, haz peşinde koşturarak -güle oynaya- intihara sürükleneceklerini hatırlatırlar.
Ölümden kaçış, nihilizmin zaferiyle sonuçlanır: Yeryüzündeki zulmün, işgallerin, zorbalıkların nedeni insanı duyarsızlaştıran nihilizm biçimleridir.
Ölümü unutan insanlar, yaşadıklarını nasıl hatırlayabilirler ki?
Bayramı tatile dönüştüren kişiler, aslında hayatı tatil ederek çölleştirdiklerini, hakikati iptal ederek ruhsuzlaştıklarını ilan etmekten başka ne söyler ki bize!
Oysa ölümü hatırladıkça yaşar insan. Ölümü hatırladıkça, hayatı unutmaz, kendini unutmaz, hakikati unutmaz.
Ölümü hatırladıkça hayatı tadar; ölümü unuttukça hayattan kaçar.
İKİ ZIT ŞİİR TABLOSU: ÖLÜMÜN VE HAYATIN ŞİİRİ
İki tablo var karşımızda:
İlki, insanın kendinden kaçış tablosu: Tatile kaçışı... Ruhsuz insanlardan, bunaltıcı hayattan uzaklaşma arzusu belki de bu.
İkinci tablo: Bayramın hayata ve insana kucak açan coşkulu, bütünleştirici ve herkesi kardeş kılıcı, ortaklaşa yaşanan, herkesle paylaşılan neşe ve sevinç tablosu: İnsanın insandan kaçışı değil, insanın insana, hayata ve hakikate koşuşu...
Biri ölümün, diğeri dirilişin tablosu.
Biri; trajik, hatta traji komik, ölümcül ve yok edici… Diğeri; epik, destansı, diriltici ve varedici iki apayrı tablo!
İkisi de şiirsel: Biri, yokoluşun şiiri...
Diğeri, dirilişin, gelişin, hayatın; orucun yaşattığı bir aylık ruh şöleni’nin bayram’ını yapma telâşının, neşesinin ve heyecanının şiiri.
TATİL TABLOSU: İNSANIN DEKADANSLA ÖLÜM DANSI
Kafkaesk bir tablo bu aslında. Işıltılı ama ölümcül.
Picasso’nun ya da Dali’nin zevkle çizecekleri çılgın bir ölüm senfonisi!
Veya en iyi Bergman’ın çekeceği bir ölüm dansı vakitleri filmi...
İnsanın kayboluş serüveni, sonra da cenazesinin kaldırılış seremonisi!
Picassovârî ya da Dalivârî sert imgeler, yaşanan trajediyiresmeder: Dilin bir tarafa savrulduğu... Kalbin kan olup aktığı, idam sonrasını andıran bir sahnenin gerisinden bir gözün hortlamışçasına baktığı bir Picasso, Dali tablosu veya böceğe dönüşen Kafka hikâyesi...
İnsan kayboldu, kayboluyor hızla, hazla ve tamgaz…
Ölümüne kaçıyor... Şehirden kaçıyor... Tatil köylerine... Otel odalarına, sığıntı gibi yaşanılan, hapishaneden farksız otellerin hücrelerine...
Plajlara kaçıyor...
Evet, sert bir Picasso veya Dali darbesiyle çizilen, yığının, kumun, insan yığınlarının içinde, arasında, ortasında; kum tanelerinden daha da kişiliksizleşmiş, silikleşmiş, denizin kıyısına vurduğu ölüleri, canlı cenazeleri andıran yokoluş seremonilerine uçuyor...
Plajlarda, kum tanelerinden bir tane olarak çakılıp kalıyor... Gömülüyor plaja!
İnsanlığı, duyarlığı gömüyor kuma: İnsanlığın yaşadığı büyük sorunları, trajedileri unutuyor; gömüyor plaja!
Mezara...
İnsanlığın gömüldüğü mezar, plaj burada: İnsanın ve insanlığın, hayatın ve hakikatin mezarı!
Şarapla kirlenen, denizle yıkanan... şarapla kirlendikçe denizin dalgalarını vurarak kıyıya, yıkadığı, denizin insandan öç aldığı bir hayalet yer plaj.
Gök ve yer, ne der bize?
Gök’le yer, nasıl semâ eder birbirlerine?
Güneş’in ışığı niçin var?
İnsan, plajda göğe bakar ama göğün bize ne dediğini anlayamaz. Güneşle konuşamaz. Işığını öldürür Güneş’in.
Eritir plajın kumunda.
Kuma gömer Güneş’in ışığını da, kafasını da!
BAYRAM GÜNLERİNİN UMUT DOLU NEŞESİ VE COŞKUSU…
Oysa bayram günlerinin telâşı ve heyecanı ne güzeldir! Ne kadar umut dolu, sevgi dolu, insan dolu, hayat doludur, değil mi!
Bayram günlerinde yüzler güler. Yüzleri güldüren, oruç günlerinin hediyesi gönüllerdir: Arınan, dirilen, çiçek açan, bayram günlerini neşeyle ve sevinçle yaşamamızı mümkün kılan yüce ve yüceltici gönüller…
Arefe günleri, annelerin günleridir. Sadece annelere özeldir. Bayram günleri bütün ailenin, özellikle de çocukların, elbette ki.
Arefe günü, bir ışık dolar eve, her tarafa, her yere: Anneden yansıyan ışıktır bu. İşte bu ışık, bayram günlerini aşkla, coşkuyla yaşanan, doyasıya yaşanan bir meşke, ortak sevince dönüştürür…
BİR TOPLUMUN KARDEŞLİK ŞARKISINI BAYRAMLAR BESTELER…
Bir toplumun kardeşlik şiirini ve şarkısını, bayramlar besteler…
Plajın Güneş’in ışığını bile kuma gömen mezarına inat, arefe günü, annenin ışığı Güneş’e bile ışık verir, enerji verir adeta.
Mevsim yazsa güneş yakmaz.
Kışsa, anneden aldığı ışıkla, enerjiyle en küçük bir ışık hüzmesi bile bayram günlerinde insanın içini ışıtmaya, ruhunu kanatlandırmaya, bütün aile fertlerinin bir cennet bahçesinde yaşıyormuş hâlet-i rûhiyesiyle dolmalarına yeter.
Arefe günlerinde de, bayram günlerinde de yalnızca annelerin, çocukların, aile fertlerinin yüzleri gülmez sadece; ruhları da güler ve ruh üfler birbirlerine ve herkese...
O yüzden arefe günleri bir başka güzeldir, bayram günleri bambaşka.
Annelerimizin arefeleri her dâim heyecanlı, hepimizin bayramı her dem canlı, capcanlı olsun, ülkenizin ve mazlum Müslümanların kardeşliğine, huzuruna vesile olsun diliyorum Rabbimden.
Bayramınız mübarek olsun, tatilleriniz bayram olsun, sıla-i rahim ruhuyla dolsun.
Unutmayalım: Tatil, bayramda en yakınlardan kaçıştır; sıla-i rahim ise en yakınlara koşuş. Allah, sıla-i rahim yapanlardan eylesin hepimizi. Vesselâm.