“Beni dogmatik uykumdan uyandırdı” demişti, büyük düşünür Kant, mutlak şüpheci David Hume için.
David Hume, şüpheciliği Gazâlî'den “aşırmış”, kendine özgü -elbette ki özgün-, hem Kartezyen putları hem de Kilise'nin zihni dondurucu tabularını yıkan, bütün “değerleri” ve “temelleri” sarsan bir noktaya taşımıştı.
KANT'I DOGMATİK UYKU'SUNDAN UYANDIRAN HAYALLERİ, NASIL HAYALETE DÖNÜŞTÜ?
Kant, Hume'dan ilhamla, “dogmatik uyku”sundan uyandı, düşüncede bir “Kopernik devrimi” yaptı: Modern Batı uygarlığının felsefî, ahlâkî ve estetik temellerini attı.
Kant, Nietzsche'ye gelinceye kadarki en büyük modern düşünür. “Ebedî Barış” ütopyası, gerçekleştirdiği düşünsel atılımla birlikte, büyük bir heyecan dalgası ve herkesi derinden etkileyen “epistemolojik bir iyimserlik” havası oluşturdu.
Ama yüzyıl geçmeden Aydınlanma'nın bu büyük düşünürünün oluşturduğu “epistemolojik iyimserlik” havası ve hayali, yerini 19. yüzyılda -sosyalist devrim heyecanıyla gerçekleşen- büyük siyâsî çalkantılara ve hayaletlere dönüşen “ontolojik kötümserlik” dalgasına terketmekte gecikmedi.
Kant'ın izinden giden Hegel, aklı ve devlet'i putlaştırdı: Tarihin sonunu, yani modernliğin (insanlığın ulaşabileceği son nokta olduğunu ve) zaferini ilan etti:
Modernliğin zaferi, kendi yok oluşunun tohumlarını da ekmişti: Modernlik, insanı tanrılaştırmış, aklını putlaştırmış, zihnini dondurmuştu.
“Katı olan'ın buharlaşması” mukadderdi: Marx, haklıydı. O yüzden “Avrupa'nın üzerinde karabulutlar dolaşıyor” diyecekti, Komünist Manifesto'nun dibacesinde hem de!
Nietzsche, modernlerin, (güç üreten bilim, teknoloji gibi) araçları amaç hâline getirmekle, insanın amacını yitirmesine yol açtıkları, dünyayı büyük bir ontolojik yokoluş felaketinin eşiğine sürükleyecekleri uyarısını yapmıştı.
Engels Londra'nın, Rimbaud Paris'in “cehennemde bir mevsim”i andırdığını haykıryordu.
Aklı kutsayan Modern Avrupa'nın hayalleri, hayaletlere dönüşüyor; modern insan, insanı ruhsuzlaştıran ama Avrupa'yı gücünün doruğuna ulaştırarak azmanlaştıran sanayi devrimlerinin kurbanı oluyordu.
Geriye ruhsuzlaşan homo economicus'un cenazesini kaldırmak kalmıştı: Nietzsche, bu işi büyük bir heyecanla ama acı çekerek yapmış; “Avrupa'yı ölüler evine dönüştüren, çölü büyüten, felsefeyi, ahlâkı dekadans'ın yokedici biçimlerine hapseden” modernliğe nihâî darbeyi vurmuştu.
“CEHENNEM”İ, “CENNET” OLARAK TASVİR EDEN GARPZEDELERİMİZ!
Ortada bir cenaze vardı, Avrupa'daki bütün büyük düşünürlerin gömmek için çırpınıp durdukları.
Avrupa'nın gücü putlaştırması, gücün kurbanı olmasıyla sonuçlandı: 20. yüzyılda 100 milyon insanın katledilmesiyle sonuçlanan iki büyük paylaşım savaşından sonra Avrupa tarihten çekildi.
Çok heyecanlı iki asır yaşamıştı Avrupa: Gerçekleştirilen siyâsî, düşünsel ve iktisâdî devrimler, Avrupalı emperyalistlerin bütün kıtaları ve denizleri -geliştirdikleri teknolojik silah gücüyle- sömürgeleştirmelerine imkân tanımıştı. Ama bu güç, sonunda Avrupa'yı esir alacak, azmanlaştıracak, gücünün zirve noktasına ulaştığı bir ânda, yok olmanın eşiğine fırlatacaktı.
Peki, Avrupa'nın heyecan verici hayalleri birer birer ürpertici hayaletlere dönüşürken bizde neler yaşanıyordu?
Platonik bir Avrupa aşkı ve hayranlığı köksalıyordu hızla -ne olup bittiğini kavrayamayan Meşrutiyet ve Cumhuriyet entelijansiyası arasında.
Engels'in ürpertici bir dille tasvir ettiği Londra'yı Namık Kemal, kutsuyordu adeta. Rimbaud'nun “cehennemde bir mevsim” olarak tasvir ettiği Paris'e ise hem Meşrutiyet hem de Cumhuriyet entelijansiyası tapıyordu kelimenin tam anlamıyla.
Husserl'in “Avrupalı Bilimlerin Krizi”ni tartıştığı, Nietzsche'nin bilim'in, “laik bir kilise''ye dönüştüğünü haykırdığı bir sırada, Meşrutiyet ve Cumhuriyet entelijansiyası, Avrupa'yı ontolojik yokoluşun eşiğine fırlatan bilim'i ve Heidegger'in “vahşi bir canavar” olarak nitelendirdiği teknoloji'yi kutsuyor, İslâm'a öfke kusuyor, İslâm'ı eğitim, kültür, düşünce, siyaset ve sanat hayatından kaldırıp atıyordu!
100 YILLIK LAİK DOGMATİK UYKU'NUN SONU: PAGANİZM ÇUKURU!
Sonuç, 100 yıldan fazla bir süredir yaşadığımız ürpertici “laik dogmatik uyku” oldu.
100 yıl önce, Batılı düşünürlerin, sadece Avrupa'yı değil, insanlığı büyük bir ontolojik yokoluş felaketinin eşiğine sürüklediğini haykırdıkları modern Avrupa'yı biz ulaşılması gereken “çağdaş uygarlık düzeyi” olarak gördük, “kızıl elma”mız yaptık: 100 yıldır, uyanamadığımız dogmatik uyku'muzdayız!
Hiç anlamadığımız, Batılı düşünürlerin cenazesini kaldırmak için savaştıkları seküler / modern Batı uygarlığını, çocuklarımıza “kızıl elma” olarak sunuyoruz hâlâ!
100 yıllık laik dogmatik uyku'nun bizi çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmak şöyle dursun, pagan uygarlık derekesine fırlattığına tanık oluyoruz -ürpererek.
İşte size gerçekten ürpertici bir örnek:
Atatürk'le doğduk, Atatürk'le büyüdük, Atatürk'le öleceğiz!” dedi, genç kız Anıtkabir'de dün! Başörtülü annesinin önünde! Ne bu? Körleştirici, dogmatik, zihni ve ruhu felç eden pagan uygarlık düzeyi!
KÜLLERİNDEN DOĞACAK TÜRKİYE'NİN İSLÂMÎ KIZIL ELMA'Sl
Sözün özü: Modernlikle hesaplaşmadan, bütün değerleri değersizleştiren, bütün anlamları anlamsızlaştıran, bizi güle oynaya ontolojik yokoluşun eşiğine fırlatan pespaye postmodernliğe yakalandık!
Türkiye, 100 yıllık “laik dogmatik uyku”sundan uyanmanın yollarını bulamazsa, bizi tarihte tatil yapan figürandan yeniden tarih yapacak tarih kurucu bir aktöre dönüştürecek İslâmî kızıl elma'sına sahip çıkamazsa, kendi ellerimizle intihar etmekten kurtulamayacağız.
Toplumu germeden, bütün toplum kesimlerini kucaklayarak, küllerinden doğacak hakikat medeniyeti yolculuğuna çıkarak insanlığın önünü açacak öncü bir Türkiye'yi adım adım, çile çile inşa etmek en büyük varoluş nedenimiz olmalı. Vesselâm.