Ahmet Arslan
Tarih yeniden yapılırken... Biz gelince, onlar gidecek....
Tarihin silbaştan yeniden yapıldığı bir dönemecin tam ortasındayız: Bu dönemeci, bizzat tarihi yapan kişiler iliklerine kadar hissederler; hissediyorlar da nitekim.
TARİH, YENİDEN YAPILIRKEN...
Burada siyaset erbabından söz etmiyorum yalnızca. İnsanlığın yeni bir tarihî gündönümünün eşiğine doğru yol alması sürecine kendilerince, kendi çaplarında katkıda bulunan herkesi -düşünürleri, sanatçıları, bilge insanları vesaire- kastediyorum esas itibariyle.
Biz, tarihin yeniden yapıldığını en çok hisseden toplumların başında geliyoruz: Çünkü tarihin yeniden yapıldığı merkez coğrafya tam da bizim merkezinde bulunduğumuz coğrafya.
Haritalar buradan, özellikle de bizim üzerimizden çiziliyor. Amaç, bizim bir 50 yıl sonra, bir 100 yıl sonra yeniden tarihin yapılmasında kilit rol oynama imkânlarımızı -daha şimdiden- bitirmek çünkü!
Bunun bir başka nedeni de şu: Eğer bu sözkonusu süre zarfında biz toparlanıp yeniden gelirsek, onlar kesinkes gidecekler! Bunu bizden de daha iyi biliyor ve iliklerine kadar hissediyor Batılı sömürgeciler; ama biz bunun farkında bile değiliz henüz, ne yazık ki!
Batılılar, tarihin akışını belirleyebilecek tarihî derinliğe, medeniyet tecrübesine ve kültürel zenginliğe sahip yegâne potansiyel ülkenin Türkiye olduğunu çok iyi biliyorlar: Bin yıllık dünya tarihinin ilk 7 asrını biz yaptık.
Bu süre zarfında tarihe biz yön verdiğimiz için Batılılar, bizi tarihten uzaklaştıramadıkları takdirde tarihi kendilerinin yapamayacaklarının farkındaydılar; o yüzden Osmanlı'yı çökertmek için tam üç asır üzerimize üzerimize geldiler.
Sonunda sahip oldukları maddî / kaba güç'le -iç ve dış f/aktörleri kullanarak- Osmanlı'yı dize getirmeyi ve tarihten uzaklaştırmayı başardı Batılılar.
Batılıların Osmanlı'yı, Osmanlı'dan daha köklü, derinlikli ve üstün bir kültüre sahip oldukları için dize getirmeyi başardıkları şeklinde celladına âşık Türk entelijansiyası arasında sığ ve çarpık bir algı var. Ama bu çarpık algının hiç bir tarihî gerçekliği yok, elbette ki.
NIETZSCHE'NİN ÇIĞLIĞI: “İNSAN AMACINI YİTİRDİ!”
Batı'daki düşünürler, modern/ seküler / pagan Batı uygarlığının varlığa bir saldırı ürettiğini, insanın düşünme yetilerini yitirmesine yol açtığını haykırıyorlar -handiyse tam bir asırdır.
Batı düşüncesinin en büyük düşünürü Nietzsche, bir asrı aşkın bir zaman diliminde bu gerçeği, şöyle haykırmıştı: “Ahlâkımız, felsefemiz, dekadans'ın formlarına dönüştü: Karşı devrim, sanattır!”
Nietzsche'nin, bu dekadans'tan çıkış yolunu, “sanat”ta görmesi çok önemli. Burada üstad, “sanat”la bizatihî sanatın kendisini kastetmez; pozitivizmin körleştirdiği muhayyele melekesinin yeniden keşfedilmesini, içe doğru yolculuk yapılması gerektiği gerçeğini kasteder. Bu nokta çok hayatî.
Zira modernlik akıl üzerinden kuruldu, aklın aşırılıkları insanı tam bir çıkmaz sokağın eşiğine fırlattı: Akıl, insanın düşünme yetisini, “laik kilise” olarak nitelendirdiği bilimin aracı hâline getirdi ve bitirdi.
Sonuçta, bilimin ürettiği araçlar, elbette ki güç üreten araçlar, amacın önüne geçti, insanın amacını yitirmesine yol açtı.
Tam da bu nedenle, Nietzsche, “modern insan amacını yitirdi” diye haykıracak ve sonunda çıldıracaktır.
AVRUPA'NIN ÇÖKÜŞÜ...
Sonuç, “hakikat”in unutulması ve insanın araçlar tarafından yutulmasıdır: Bu durumu, büyük düşünür şöyle tasvir edecektir:
“Avrupa uygarlığı, ölüler evini andırıyor. Virüs, bütün vücuda yayılmak üzere. Çöl büyüyor. Çöl büyüyor...”
Ve ardından da, “eğer bu durum böyle devam ederse, önümüzdeki iki yüzyılda insanlığı büyük bir yokoluş felâketi bekliyor!” diyecektir.
Ama yarım asırda Avrupa, iki büyük savaşla tarihten çekilecektir.
VE “CANAVAR” İCAT EDİŞİ
Özetle seküler/kapitalist Batı uygarlığı çöktü; kaba güç'le ayakta duruyor yalnızca. O yüzden “serseri mayın” gibi oraya buraya saldırıyor, kendi cinayetlerini örtecek ve nihâî çöküşünü erteleyecek DEAŞ gibi “canavar”lar icat ediyor.
“Canavar”, hem Batı'nın suçlarını hasıraltı edecek hem de dize getiremediği tek din, tek dünya-hayat tasavvuru, tek hakikat, adalet ve barış kaynağı İslâm'ın, tarihi yapıcı, tarihin akışını yeniden şekillendirici bir güç olarak yeniden tarih sahnesine çıkışını önlemeye yarayacak.
Ama korkunun ecele faydası yok, elbette.
Hakikatin üstünü örtebilirsiniz ama hakikati aslâ yok edemezsiniz.
Batı'nın canavar icat ederek bağıra-çağıra çöküşü, elbette ki, insanlığa pahalıya mal oluyor: Kan, gözyaşı ve işgaller gırla gidiyor.
Bu durum, pagan, seküler, kapitalist Batı uygarlığının kendi elleriyle intiharı anlamına gelir. Bunu görelim. Bunu Batı'daki -Jean Baudrillard gibi- namuslu ve çaplı düşünürler gördüler ve “kapitalist sisteme teslim olmadığı, direndiği için İslâm'ı terörle özdeşleştirerek hedef tahtasına yapmakla ne yapmış oluyoruz! İnsanlığın önündeki tek seçeneği yok ediyoruz!” diyerek isyan bayrağını çektiler.
ZİHNÎ PRANGALARIMIZI KIRARSAK BİZ GELECEĞİZ...
Batı uygarlığının çöküşü / gidişi, bizim geleceğimiz anlamına gelmez hemen.
Ama bizim gelişimizin önündeki engellerin -özellikle de zihnî duvarların, prangaların, putların- yıkılması anlamına gelir. İnanın en büyük duvar, Batı'yı kutsayan, Batı'dan gelen her şeye tapan zihnî prangalarımız.
İşte önce bu zihnî prangaları yıktığımızda, entelektüel özgürlüğümüze kavuşacağız. Ondan sonra kendi dünyamızı, insanlığa yeniden hak, hukuk, adalet, kardeşlik armağan edecek evrensel medeniyet yolculuğumuza soyunmaya başlayacağız.
Önce kendimize gelmemiz gerekiyor. Sonra da kendimizden geçmemiz, bütün insanlığın önünü açacak hakikat medeniyeti yolculuğunun akîdevî, fikrî ve siyâsî yapıtaşlarını döşememiz gerekiyor adım adım ve sabırla.
Biz gelince, onlar gidecekler... Yeter ki, biz gelelim... Bunun için de yeter ki, zihnî prangalarımızı kıralım, bizi iki asırdır perişan eden aşağılık kompleksimizi yenelim... Ve yeter ki, kendimize gelelim.