Başkanlık sistemi meselesi, bir parti meselesi ya da Tayyip Erdoğan meselesi değildir.
Türkiye'nin önünü tıkayan çarpık parlamenter sistemden kurtulma, prangalarını kırma ve geleceği kurma mücadelesidir.
Bu yakıcı gerçeği göremeyenler bu ülkenin halkı değil, metamorfoz yemiş aydınları!
O yüzden toplumu yanlış yönlendiriyorlar.
ZİHNÎ FELÇ GEÇİREN SÖMÜRGE KAFALI AYDIN, TÜRKİYE'NİN ÖNÜNÜ TIKIYOR!
Türkiye'nin sorunu, sözümona aydınları, okumuş-yazmışları: Kendini de, dünyayı da tanıyamayan ama “sazı eline aldığında” mangalda kül bırakmayan garpzedeleri, celladına âşık tasmalı çekirgeleri.
O yüzden Türkiye'nin önündeki en büyük takoz, aydınları.
Burada körkütük bir aydın-düşmanlığı yapmış olmuyorum; aksine hem metamorfoz yiyen ve zihnî felç geçiren hem de bu nedenle Türkiye'yi felç eden aydınlarının acınası durumlarına dikkat çekiyorum.
KENDİNİ DE, DÜNYAYI DA TANIYAMAYAN BİR ENTELİJANSİYA, ÜLKENİN ÖNÜNÜ AÇAMAZ
Aydınları olmayan bir toplum, aydınlık bir geleceğe yürüyemez.
Öncü kuşakları olmayan bir toplum, insanlığın önünü açacak, susuzluğunu giderecek zorlu bir yolculuğa çıkamaz.
Kendini de, dünyayı da tanıyamayan bir aydın tipi, yalnızca siyasa'nın ve piyasa'nın sözcülüğünü ve gözcülüğünü yapar; bunu da marifet sanar!
Oysa bize siyasa'ya ve piyasa'ya yön verecek fikir üretecek öncü kuşaklar gerek.
Bize, içinde yaşadığı, havasını soluduğu, suyunu içtiği, ekmeğini yediği, varlığını borçlu olduğu toplumu aşağılayan, toplumun bin yıllık birikimini yoksayan hatta bu birikimi yıkmaktan kaçınmayan gulyabaniler, hilkat garibeleri, tasmalı çekirgeler bir şey söyleyemezler.
Aksine, söylenebilecek güzel sözlerin, yapılabilecek güzel işlerin önünü tıkarlar sadece: Takoz olurlar toplumun önünde.
TÜRKİYE'NİN 150 YILLIK PRANGALAR TARİHİ...
Türkiye, Abdülhamid Han'ın düşürülüşünden itibaren düştü.
Düşüş, çöküşle sonuçlandı.
Yaşadığımız yüzyıllık tarihin çöküş olduğunu göremiyor beyni sulanmış Türk entelijansiyası.
Cumhuriyet'le yaşadığımız “devrim”, çöküşü, çıkmaz sokağa sürükledi: Toplumun bin yıllık medeniyet birikimini bir kalemde yoksaydı, hafızamızı sildi, tarih bilincimizi linç etti.
Sonuç, her alanda felç olacaktı elbette ki: Felâket yani.
Zihnen intiharın eşiğine sürüklendi Türkiye...
İnsanlığın en büyük, en aziz, en leziz, aşılamamış ve anlaşılamamış, anlaşılamadığı için aşılamadığı da anlaşılamamış medeniyet birikimini inkâr eden bir ülkenin kaderi intihar olacaktı, tabiî ki.
Hiç bir toplum, hele de tarihin akışını şekillendirmiş muazzam bir medeniyet tecrübesine sahip bir toplum, medeniyet tecrübesini, birikimini ve ruhunu inkâr etmeye kalkışarak, bırakınız insanlığa dişe dokunur bir şeyler verebilmeyi, varlığını bile sürdüremez.
Tarihi sürükleyemez; başkalarının yaptığı tarihin önünde sürüklenir durur.
Sonra oraya buraya, çıkmaz sokaklara savrulur...
İşte parlamenter sistem, bu savrulmanın sigortası olmuştur bizim 150 yıllık tarihimizde... Savrulmanın, yolunu şaşırmanın, yoldan çıkmanın ve itilip-kakılmanın...
Medeniyet birikimini ve ruhunu, dolayısıyla varlık nedenini inkâr etme aymazlığı sergileyen bir ülkede, parlamenter sistem, toplumun toparlanmasını zorlaştıracak bir prangaya dönüştürülecekti kaçınılmaz olarak...
Buraya kadar bu ülkenin boynuna geçirilen zihnî ve kültürel prangayı özetledim.
Parlamenter sistem, bu kez, bu toplumun boynuna bürokratik bir pranga geçirdi: Askeriyeyi, hukuk sistemini, genelde siyasî sistemi tıkadı.
GÜÇLÜ LİDERLERİN ÖNÜNÜ TIKAYAN BİR SİSTEMLE YALNIZCA UÇURUMA DOĞRU YUVARLANIYORUZ...
Türk demokrasi tecrübesi, tam bir Ali-Cengiz oyunu oldu: Toplumun iradesinin altını oydu; toplumun önüne “patlamaya hazır bombalar” (darbeler vesaire gibi engeller) koydu.
Bürokratik vesayet sistemi, bu patlamaya hazır bombaların temelini oluşturuyordu. Ali-Cengiz oyununun en iyi sahnelendiği alan bürokratik vesayet sistemiydi.
Bürokratik vesayet sistemiyle hem darbeler meşrûlaştırılıyor hem de topluma tepeden dayatılan, toplumun varlık nedenini oluşturan medeniyet ruhunu buharlaştıran, toplumun kimyasını bozan seküler kurumlar sağlamlaştırılıyordu.
Dahası, bürokratik vesayet sisteminin garantörü işlevi gören parlamenter sistem, ülkenin önünü açacak, atılım yapmasını sağlayacak güçlü liderlerin çıkmasını imkânsızlaştırıyordu. Toplumun çıkardığı, ülkenin önünü açan Menderes gibi, Özal gibi, Erbakan gibi, Erdoğan gibi güçlü liderlerin önünü tıkıyordu.
BAŞKANLIK SİSTEMİ MESELESİ, TÜRKİYE'NİN PRANGALARINI KIRMA, GELECEĞİ KURMA MÜCADELESİDİR
Bu durumun böyle gitmesi mümkün değildi.
Böyle gittiği sürece, bu toplum, yaşanan küresel gelişmelerin, etrafımızı ateş çemberine çeviren emperyalist işgallerin tazyikiyle içerden ve dışardan kuşatılacak, nihayetinde iç-savaşın ve parçalanmanın eşiğine sürüklenmekten kurtulamayacaktı.
Hele de ekonomik olarak dünyanın 17. ülkesi olmayı başardığı, stratejik hedeflerini medeniyet coğrafyasına yaydığı bir atılım sürecinde Türkiye'nin hedef ülke hâline getirildiği bir ortamda, Türkiye, parlamenter sistemle gidemezdi; gidemez de.
Bir tür başkanlık sistemi anlamına gelen Cumhurbaşkanlığı sistemi, Türkiye için hem varlığını idame ettirebilmesi hem de yeniden tarihin akışını değiştirecek bir konuma yükselebilmesi sürecinde hayatî bir işlev görecektir.
Türkiye'nin güçlü liderler çıkarmasının önü açılacak...
Güçlü liderlerin kelimenin tam anlamıyla “hadım edilmeleri”nin önü tıkanacak, doğrudan halkın iradesini temsil eden güçlü liderler, Türkiye'nin prangalarını kırarak önünü açacak...
Bu işin şakası yok.
Elbette ki, yeni sistemde Cumhurbaşkanı'nın yetkileri, denetim mekanizmaları tartışılacak, konuşulacak ve ülkemizin önünü açacak bir noktada buluşulacak...
Ama şu kesin: Başkanlık sistemi meselesi, bir parti meselesi de, Tayyip Erdoğan meselesi de değildir; Türkiye meselesidir: Türkiye'nin geleceğiyle ilgili, ilk defa halkın iradesinin önündeki engellerin ortadan kaldırılacağı, halkın nesne konusundan özne konumuna yükseleceği, dolayısıyla ülkemizin atağa geçmesini sağlayacak Türkiye'nin prangalarını kırma ve geleceğin dünyasını kurma yolculuğunda belirleyici rol oynama mücadelesidir.
Ahmet Arslan
Türkiye’nin prangalarını kırma, geleceği kurma mücadelesi
12 Mart 2017, Pazar