Ahmet Arslan
Tarih fânîdir, hafıza bâkî...
Hafıza nedir?
Geçmiş, şimdi ve gelecek zaman spektrumunda nefes alıp verebiliyor olmasıdır insanın.
Hafıza hem zamanda oluşur hem de zamanı oluşturur.
Hafıza yoksa, zaman da yoktur; insan da “canlı cenaze”ye dönüşür, “yok olur” zamanla.
Hafızanın varlığı nedeniyledir ki, insan, zamanın, dolayısıyla mekânın ve kendi’nin farkına varır.
Yine hafıza’nın varlığı nedeniyledir ki, insan, şimdiki, buradaki zamanı aşabilir, “oradaki” yani hem geçmişteki hem de gelecekteki muhtemel zamana ulaşabilir...
TARİH YAŞANIR, HAZIFA YAŞATIR...
Tarihle hafıza arasında benzerlikler de vardır, farklılıklar da.
Tarih, varlığını hafızaya borçludur.
Tarih olur ve ölür.
Hafıza her zaman diridir. Tarihi dirilten de, canlı kılan da, yeniden inşa eden de hafızadır.
Hafıza da her dâim olur ve ölür; hafızanın olması ve ölmesi bitmesini değil, akıp gitmesini, kendini yenilemesini sağlar...
Hafıza her zaman dâim ve kâimdir.
Tarih, yaşanır ve biter...
Hafıza, yaşar ve yaşatır; akıp gider...
ÇAĞIMIZIN AÇMAZI: HAFIZA KAYBI VE NİHİLİZM
Tarih fânîdir; hafıza bâkî...
Tarih yaşanır, hafıza yaşatır...
Tarihi götüren de getiren de hafızadır.
Hafıza hem korur hem de kurar.
Tarihte yaşanan yaşanmışlıklarda gizli olanruhu, hafıza bulup çıkarır gün ışığına...
İnsan, tarih bilinci’ni hafıza ile inşa eder...
Hafıza olmasa, tarih de olmaz.
Tarih, bilincini, hafıza’nın sakladığı bilgiyi ve hafızanın sunduğu ruhu harekete geçiren insanın ilim gibi, kudret gibi niteliklerine borçludur.
Hafıza, sanıldığı gibi pasif bir kayıt cihazı değildir.
Hafıza, her zaman aktiftir, canlıdır.
Hafızasıyla yaşar insan.
Hafızasını koruyan insan, yaşar; hayatı yaşanılır kılabilecek idealler, ilkeler ve fikirlere ulaşabilir.
Çağımızın en temel açmazı, hafıza kaybıdır.
Heidegger, “insan, varlığı unuttu” demişti.
Araçların / niceliğin hükümranlığı, amaçları / niteliği unutturdu; insanı hayattan, hayatın sorunlarından, acılarından uzaklaştırdı, hayatın sorunlarına karşı duyarsızlaştırdı.
Hayatı yaşamıyor insan artık, yüzeylerinde sürükleniyor yalnızca...
Arzularının, hızın, hazzın ve ayartı’nın peşinde koşturuyor; böylelikle hayattan kaçıyor, nihilizmin eşiğine sürükleniyor...
TARİH, HAFIZA VE RUH
Tarih, insanın meyvesidir; hafıza ruhun.
Tarih, yaşanmışlıkların bedeni; hafıza, bu yaşanmışlıkları ve yaşanmışlıkların ruhunu hem koruyan hem de bulup çıkararak taze bir dünya kuran hazinesi insanın.
Hafıza hem hatırlar hem hayal kurar.
Geleceğin tarihi, insanın hafızasında tahayyül edilir ve hafıza vasıtasıyla gerçeğe dönüştürülür.
Geçmiş de, gelecek de hafızada gizlidir.
Tarih, belki de, sadece şimdi’den ibarettir.
Şimdi, hafızada hem “geçmiş” olur hem de geleceğe yol sunacak bir ruhun mayası...
Hafızasını koruyan insan, insanlığını koruyabilir.
Hafızasını koruyan insan hatırlayabilir.
Hafızasını gözü gibi koruyan insan, muhtariyetinin özünü kavrayabilir, özgürlüğünü koruyabilir.
Hafıza, makine değildir; meleke’dir.
Bilgisayarların da hafızası vardır; ama ruhu yoktur.
İnsanı insan yapan, insanî özelliklerinin ötesine ulaştıran ruhudur.
İşte hafıza melekesi, burada zamanı-mekânı aşan bir rol oynar. İnsanın zamanı-mekânı aşabilmesi, ruhunun eseridir.