Ahmet Arslan
Sömürgeci üniversite'yle nereye kadar?
hafta boyunca Adıyaman Menzil'deki Külliye'de tarihî bir girişime imza atıldı.
MENZİL MEDRESELERİNDEN YÜKSELEN DEVRİM
Menzil medreselerinin Strazburg'tan Berlin'e, Amman'dan Türkiye'deki çeşitli şubelerine kadar medreselerin hocaları Menzil'de bir kongrede bir araya geldiler: Dünyamızın, İslâm dünyasının temel sorunlarını akademik metinlerle derinlemesine mercek altına aldılar!
Bu bir devrim! Önemli bir başlangıç. Bir milat!
Menzil kongresini yarınki yazıda yazacağım. Moral bulacak, geleceğe daha güvenle bakacak ve daha emin adımlarla koşacaksınız!
Bu yazıda önce üniversitenin içler acısı durumunu, yaşadığı traji-komediyi mercek altına almak istiyorum.
ZİHNİMİZİ HADIM EDEN SÖMÜRGECİ ÜNİVERSİTE!
Ülkede genelde eğitim sisteminin, özelde ise üniversitelerin içinde bulunduğu durum içler acısı: Bu ülke, Batılılar tarafından dışarıdan fiilen sömürgeleştirilemedi ama “içimizdeki İrlandalılar” tarafından içeriden zihnen sömürgeleştirildi.
Dünya tarihinin yapılmasında kilit rol oynamış, Batı'daki üniversitelere gerek müfredat gerekse sistem ve zihniyet bakımından kaynaklık etmiş, medeniyetimizin sıçrama yapmasında kilit rol oynamış Nizamiye Medreseleri gibi maarifte dünya ölçeğinde atılımlara imza atmış bir medeniyetin çocukları, seküler, sığ, sömürgeci bir eğitim sistemi tarafından hadım ediliyor!
Dünya tarihindeki en önemli eğitim modellerinden ve sistemlerinden biri sizin eseriniz ama siz, seküler, iyice sığlaştırdığınız Batılı eğitim sisteminin esirisiniz! Olacak gibi değil gerçekten!
Bu sömürgeci eğitim sistemiyle bir yere gidemeyiz. Sadece kendimizi gönüllü acentalara dönüştürürüz. Batılılar üretir, biz de onların ürettiklerinin üstelik de posası çıkmış ürünlerini, kalıplarını tepe tepe tüketiriz.
Sonuçta kendi geleceğimizi kendi ellerimizle yok etmekten başka bir işe yaramaz bu; yaramıyor da nitekim!
Kendi ayağımıza kurşun sıkmak, çocuklarımızı bile isteye intiharın eşiğine sürüklemek değil de nedir bu?
ÜNİVERSİTEDE YAPISAL SORUNLAR ARIZÎDİR
Kendine özgü, özgün eğitim sistemleri geliştiremeyen toplumlar, geleceğe yürüyemezler, hele de geleceği hiç bir şekilde şekillendirme iddiasına soyunamazlar!
Ülkenin içine sürüklendiği anormalleşme, belli iç ve dış merkezlerden yönlendirilen kaos ortamı, üniversitelerin karşı karşıya kaldığı sorunları, hem kaçınılmaz olarak azmanlaştırıyor hem de ikinci plana itiyor.
Sonuçta, kaynak sıkıntısı çeken; ciddî bir özgürlük ve özerklik sorunuyla karşı karşıya kalan; irrasyonel bürokratik ve ideolojik engeller nedeniyle bilim, düşünce, özgünlük üretmek amacıyla kurumsallaşamayan, kurumsallaşması gittikçe zorlaşan handiyse aslî fonksiyonlarını büsbütün yitirmek üzere olan “âcil bakıma muhtaç” hastalıklı kurumlar çıkıyor ortaya!
Ancak bu yapısal sorunlar, önemli elbette ama arızî sorunlar.
Üniversitelerin bu önemli ama arızî olan sorunların da üstesinden gelebilmeleri için daha temel, daha esaslı sorunlarını görmeleri ve çözmeleri gerekiyor.
ÜNİVERSİTENİN EN TEMEL SORUNU ZİHNİYET SORUNU
Üniversitelerin en esaslı sorunu zihniyet sorunu. Üniversitelerde köklü bir zihniyet dönüşümü yaşanmadığı sürece üniversiteler, beklenmedik yeni ve daha büyük yapısal sorunlarla karşı karşıya kalmaktan kolay kolay kurtulamayacaktır.
Zihniyet dönüşümünün ilk şartı, Batı'da üretileni körkütük tüketmekten, acentalık yapmaktan başka bir şey bilmeyen ödünç akıllarla, ödünç zihinle yaşanabileceğini zanneden gönüllü acentalar yetiştirme aymazlığına son vermekten geçiyor.
Bu mekanda, nominalizmi, şekilciliği, ezberciliği, fırsat eşitsizliğini, her türlü ayırımcılığı, daha önemlisi de kendi kültürel dinamiklerini yoksayma ilkelliğini ortadan kaldıramadığımız sürece; üniversiteleri, eleştirel ve imajinatif düşünebilen parlak kuşakların yetişebileceği özgür ve özgürleştirici, kendi ruh kökleriyle doğrudan, doğrudan olduğu için de doğurgan şekillerde temas kurabilen, başka dünyalara komplekssiz açılabilen üretken, ufuk ve zihin açıcı mekanlara dönüştürebilmemizin hayal olduğunu daha baştan kabul etmek zorundayız.
KÖKLÜ GELENEKLER, GÜÇLÜ GELECEKLERİN TOHUMLARINI EKER...
Öncü ve önaçıcı üniversiteler inşa edebilmenin yolu, güçlü ve köklü kültür, fikir ve ilim geleneklerine bağlı, bu gelenekleri sürgit yeniden ve yeni şekillerde icat edebilecek beyinlerin yetişebilmesine imkan tanıyabilecek imaginatif bir zihin yapısına ve kanatlandırıcı bir özgüven duygusuna sahip olmaktan geçiyor.
Şunu asla unutmamak gerekiyor: Stanford, Princeton, Chicago gibi üniversitelerin sosyal bilimlerde; Harvard, Oxford, Sorbonne, Leiden, Yale gibi üniversitelerin felsefe, edebiyat ve tarih araştırmalarında büyük gelenekler icat etmiş olmalarının en temel nedeni, bu üniversitelerin devasa bir kültür, sanat ve düşünce geleneğinin, özetle köklü bir medeniyet birikiminin üzerine oturmuş olmalarıdır.
İNKÂR'LA VE İNTİHAR'LA BİR YERE GİDİLEMEZ!
Türkiye'deki üniversitelerin bu tür köklü ve güçlü gelenekleri olmadığını söyleyebilmek için, Avrupa kültürünü, düşüncesini ve sanatını da derinden etkileyen devasa İslâm kültür, düşünce ve sanat geleneklerini bilemeyecek kadar câhil olmak gerekir. Ki, bu ülkenin entelijansiyasının temel sorunu da budur, ne yazık ki!
Ancak bizim üniversitelerimizin temel paradoksu da burada gizli aslında: Bizim üniversitelerimiz bu devasa geleneği, medeniyet birikimini, ruhköklerimizi yoksayarak hatta yıkarak işe başlıyorlar! İntihar bu, intihar! Oysa biz dünyaya gözlerini yeni açan tarihsiz, köksüz, ruhsuz bir toplum değiliz. Bu kafayla gittiğimiz ve Avrupa'yı da derinden etkileyen bizim kültür, sanat ve düşünce geleneklerimizi yoksaymaya devam ettiğimiz sürece üniversitelerimiz, hem karşı karşıya kaldıkları sorunları bırakınız çözebilmeyi anlamayı bile başaramayacaklar; hem de dünya bilimine, kültürüne, düşüncesine ve sanatına asla özgün katkılarda bulunamayacaklardır.
O halde, dünyaya söyleyecek özgün sözleri olmayan, sadece Batı'da üretilen birikimi -üstelik de- berbat bir şekilde kopye ederek nefes alıp-verme zavallılığı sergileyen bir üniversite ne işe yarıyor acaba, diye sormadan edemiyor insan.