Ahmet Arslan
SARI YELEKLİLER VE TÜRK SOLU
Dünyanın her yerindeki protest eylemlere sempatiyle bakıp, “devrimin objektif şartlarının oluştuğundan” hareketle “sıranın Türkiye’ye geldiği heyecanını yaşayan” Türk solu, Fransa’daki Sarı Yelekliler harekâtına mesafeli bıkmak bir tarafa adeta yok saydı.
Hatta bir kısım solcular kendi elitist geçmişlerinden olsa gerek Sarı Yeleklileri “ayak takımı, baldırı çıplaklar” olarak niteledi.
Bir kısmı bu harekatın örgütlü ve hiyerarşik bir özelliği olmayan “yatay bir yapıya sahip olduğu için” antipati duydu. Malum, “devrim ancak örgütlü bir yapıyla gerçekleşebilir”. Sanki Macron Cumhurbaşkanı olurken herhangi bir örgütsel gelenek ve güce sahipti. “Olay yeri” Fransa olunca hangi toplumsal gelişmenin, nasıl sonuçlanacağının öngörülmezliği sanki bilinmiyor.
Yine Türk solunun bir kısmı da Sarı Yeleklilerin önemli bir bölümünün orta sınıf mensubu olmasından dolayı eylemlere mesafeli durdu. Burada da Karl Marx’ın “orta sınıfın yavşaklığına” yaptığı vurgunun rolü olsa gerek. Ama bu son noktada indirgeme yapabilmek için az buçuk Marksizm’i bilmek gerek. Bizim solcuların en az bildikleri husus da bu.
Türk solu yıllarca Türkiye’yi yanlış okuduğu gibi, Fransa’yı da yanlış okudu. Solcularımız kulak dolgunluğuyla edindikleri “bağnaz teorik çerçeve” dışına çıkamadıkları için siyasi ve sosyolojik analizleri de gerçeğe tekabül etmiyor. Türk solunun küçümsediği, yok saydığı, son yıllarda Avrupa’daki en etkili sosyal harekât olan Sarı Yelekliler taleplerinin ciddi bir kısmını hükümete kabul ettirdi ve sonuç aldı.
Bizim solcular ise hayatın gerçek meselelerine değil, Türk toplumunun asla benimsemeyeceği Kürtçülük, Ermenicilik, teröre yancılık, eşcinselcilik vs. gibi konularda enerji tükettikleri için “öğrenilmiş çaresizliğin” girdabından kurtulamıyorlar. Bu sebeple de zorunlu olarak Nihilist oluyorlar.