Ahmet Arslan
MUZAFFER İLHAN ERDOST
Kendisini gıyaben “sıkı bir Marksist” olarak tanımıştım. 12 Eylül öncesi Marksist-Komünist klasikleri yayınlayan Sol ve Onur yayınlarının sahibiydi.
Kardeşi İlhan Erdost’un 12 Eylül sonrası Mamak zulmünde hayatını kaybetmesi ideolojik zıtlıklarımıza rağmen sanki bir “kader dostluğu” meydana getirmişti.
Yeni Düşünce’yi çıkarırken, ulaşabildiğimiz Marksist aydınlarla mülakat yapardık. Bu mülakatlar bize göre Marksizm’in sorgulanması ve tartışılması amacıyla yapılırdı. Sonrasında beklenmedik diyaloglar gerçekleşirdi.
1989 yılıydı sanırım. Muzaffer İlhan Erdost’tan randevu istedim. MHP’nin (o zaman MÇP) yayın organı Yeni Düşünce için mülakat yapmak üzere randevu istedim. O tarihte Sakarya Caddesi’ndeki İnkılap Sokak’ta Cumhuriyet Kitap Kulübü’nün yöneticiliğini yapıyordu.
Elimde teybim, çekinerek gittiğim işyerinde sıcak bir buluşma oldu. Hâl hatır sorup tanışınca ikimizin de Tokatlı olduğu ortaya çıktı ve benim tedirginliğim azaldı. Ülkücü, Tokatlı ve Sosyoloji öğrencisi olduğumu öğrenince muhabbetimiz bayağı uzadı. Henüz mülakata başlamadan önce Mamak’ta işkenceyle öldürülen kardeşi İlhan Erdost’un kızı Türkü ilkokul kıyafetiyle Muzaffer Bey’in odasına geldi. Çok tatlı ve şirin bir kızdı.
Bir süre Türkü ile oyalandıktan sonra kendisini işyerinin başka biriminden çağırdılar. Bana alelacele “Ahmet, sen Türkü’yü bir süre idare et” dedi ve çıktı. Sürekli konuşan ve soru soran Türkü’yü en az yarım saat idare ettim.
Neticede Muzaffer Bey geldi ve mülakata başladık. Tokatlılık, Sosyoloji ve Türkü’nün sevimliliği yerini sert bir tartışmaya bıraktı. Amcasının odasında bulunan Türkü mülakat sırasında bizi epeyce sıkıntıya soksa da sertliğimizi gideremedi.
Neticede mülakatı bitirdim.
Mülakattan sonra “normal insanlar” ve “bunların da kulakları, gözleri var” keşfiyle tekrar muhabbete başladık. Mesela ben Muzaffer İlhan Erdost kadar, o dönemki Sovyetler Birliği ekonomisini rakamlarıyla birlikte iyi bilen birisini görmedim. Sanayi ve tarım üretimine ilişkin rakamları hiçbir kaynağa bakmadan söylüyordu. Benim Leninizm’e yaptığım (daha çok Taha Akyol kaynaklı) eleştirilerimin bir kısmına hak veriyordu. Karşısındaki “Marksızm’i hiç bilmeyen Ülkücü” intibaı sarsılmıştı.
Mülakat, sohbet biterken ikimiz de birbirimizden insan sıcaklığı hissetmiştik. Sohbet sonrasında bana Sıkıyönetim Komutanlığı’nın basım ve dağıtımını engellediği Sol ve Onur Yayınlarından iki koli kitap verdi.
Birbirimize sarılarak ayrıldık.
Mülakatı Yeni Düşünce’de iki tam sayfa olarak yayınladık. Bir komünist ile karşılıklı saygıya dayanan tartışma okuyucularımızdan hiçbir tepki almadı.
Gazete yayınlandıktan sonra beni telefonla arayan Muzaffer İlhan Erdost, “söylediklerini çarpıtmadığımız için” teşekkür etti ve kapısının her zaman açık olduğunu, neye ihtiyacım olursa kendisine başvurabileceğimi söyledi.
Belki benim özgüvenimin tavanda olması, belki de asosyalliğimden dolayı bir daha hiç görüşmedik.
Allah rahmet eylesin Muzaffer abi.