Ahmet Arslan
Kültür’den Hikmet’e...
İki asırdır iliklerimize kadar yaşadığımız ikinci büyük medeniyet buhranı, bizim hem Müslümanca duyma ve düşünme meleke'lerimizi hem de Müslümanca yaşama ve varolma zemin'imizi yok etti.
Bir hâdiseye nasıl Müslümanca bakılabileceğini bilmiyoruz artık. Müslümanca bir hayat-dünyanın, sözgelişi mimarinin, şehrin, müesseselerin nasıl inşa edileceğini ve yaşatılabileceğini de.
“DİL” / MEKKE, YER / MEDİNE VE YÖN / MEDENİYET
Zihnimizi, dolayısıyla Müslümanca idrak, tefekkür melekelerimizi, istidatlarımızı, kısacası kendi “kavram”larımızı ve bakış açılarımızı kaybettik öncelikle.
Dil'lerini /Mekke'lerini kaybeden toplumlar, yer'lerini / Medine'lerini kaybetmekten de, Yön'lerini / medeniyet'lerini yitirmekten de kurtulamazlar.
Niçin peki?
Şunun için: Mekke'de Müslüman zihni, dili, âmentüsü, çağrısı inşa edilir; Medine'deyse, Müslüman zemin'i, yer'i, hayat'ı ve çağ'ı. Mekke ve Medine'nin hâsılası, Medeniyet dolayısıyla Sünnet-i Seniyye'dir.
Mekke / “dil” ve Medine / zemin çökerse, medeniyetin çökmesi de mukadderdir.
Çok müşahhas, anlaşılabilir bir örnekle bu söylediklerimizi gözler önüne serelim: İstanbul, 100 yıl, 200 yıl önce neredeyse nüfusunun yarıya yakını gayr-ı müslimlerden oluşan bir şehirdi; ama Müslüman bir şehirdi. Oysa şu an nüfusunun % 95'inden fazlası Müslümanlardan oluşan bir “şehir” ama Müslüman bir şehir değil, ne yazık ki!
Eğer hem Müslüman zihnine, idrakine, tefekkür melekelerine ve istidatlarına hem de Müslüman hayat ve varolma zemin'ine kavuşamadığımız sürece, medeniyet yolculuğuna da çıkamayız, Müslümanca bir hayat-dünya da kuramayız.
O yüzden önce zihnimizin çağdaş hurafelerden arındırılması, “ümmîleştirilmesi” gerekiyor.
İşte bu yazıda, “kültür” kavramına ilişkin ezberlerimizi alt üst edecek, bizi zihinsel bir berraklığa ulaştıracak bir tartışma yapmak istiyorum.
SORUN, “KÜLTÜRSÜZLEŞME” DEĞİL, KÜLTÜR'ÜN KENDİSİ
İnsanlık tarihi boyunca, insanlığın ilk kez kozmos, yani düzen, uyum ve bütünlük fikrini yitirdiği ve kaos yani düzensizlik, uyumsuzluk ve parça fikrine alıştırıldığı bir çağda yaşıyoruz. Nasıl ki, katışıksız bir kozmos fikri, gerçekleşemeyecek bir fikirse; aynı şekilde, salt kaosun hâkim olduğu yer de yaşanamayacak bir hayat-dünya demektir.
Ancak kozmos'la kaos da aynı varoluş ve hakîkat düzlemine ait değildir. Çünkü kozmos, aslî'dir; kaos arızî.
Çağımızda kozmos yok olmuş, kaos hâkimdir: Çağımız, kaos çağıdır.
Kozmos'un yitirilmesi, kaosun hâkim olması, hem medeniyet fikrinin yitirilmesiyle ilgili, hem de medeniyet fikrini yok eden bir şeydir. Oysa kozmos fikrinin yitirildiği bir yerde, sadece insanın değil, bütün varlıkların varlığı ve geleceği de tehlikeye girer.
BATI UYGARLIĞI, KÜLTÜR'DÜR, KAOS ÜRETİR
Batı uygarlığı, kaos uygarlığıdır. Batı uygarlığı, bir medeniyet değil, kültür'dür.
Medeniyet'in kurucu ilkesi Kozmos'tur: Kozmos, insanın insanlaşma ve kendini aşma sürecidir; kaos, dolayısıyla kültür'se insanın kozmos'tan, dolayısıyla ilâhî olan'dan ayrılma, tabiattan uzaklaşma, tabiata hâkim olma, sonuçta, azmanlaşma ve insanlığından uzaklaşma süreci.
Kozmos ilkesi, kaos fikrini ve gerçeğini yoksaymaz; kaos gerçeğini tanır ve kaos'u da ihata eder. Kozmos ilkesi'nin hâkim olduğu bir hayat-dünya tasavvuru, kaosu büsbütün ortadan kaldırmaz; kaosun hâkim olma imkânlarını ortadan kaldırır.
Oysa kültür'ün kurucu ilkesi kaostur. Kaosun hâkim olduğu bir hayat-dünya tasavvuru kozmos'u da yok eder.
Kozmos aslî, kaos ise arızî bir fenomen olduğu için, kaosun hâkim olduğu yerde, her tür arızanın üretilmesi, insan da dâhil bütün varlıkların her şeyi tarumar edici taarruzlara maruz kalması kaçınılmazdır.
Kadîm medeniyetlerdeki kozmos ve kaos gerilimi, antik Yunan uygarlığıyla birlikte tabiat ve kültür gerilimine dönüştü. Antik Yunan uygarlığı, kozmos'u dolayısıyla medeniyet'i yok eden, kaosu, dolayısıyla kültür'ü / insan'ı hâkim kılan sürecin temellerini attı.
Burada Socrates-sonrası süreci kastediyoruz. Socrates-öncesi süreçte, bir kozmos idraki hâlâ mevcuttu. Ama Socrates'ten sonraki süreçte, kozmos idraki ve fikri, yerini insanın tanrılaştırıldığı bir kaos, bir kültür sürecine terk etmiştir.
Heidegger'in, düşünce'nin Socrates'le birlikte bittiğini söylerken dikkat çektiği şey işte bu yakıcı gerçekti.
KÜLTÜR'ÜN ZAFERİ, İNSAN'IN VE TABİAT'IN YENİLGİSİ
Medeniyet ve dolayısıyla kozmos fikrinin yitirildiği ve hatta yok edildiği; kültür ve dolayısıyla kaos sürecinin hayatımıza hâkim olmaya başladığı dönüm noktası, modernliktir. Modernler, varlığı ve hakîkati, tabiat ve kültür gerilimine indirgeyerek anlamaya çalıştılar ve sonunda kültür, tabiata da, hayata da hükümran oldu, Kültür'ün zaferi, Tabiat'ın ve İnsan'ın yenilgisiyle sonuçlandı!
Kültür, yapaydır. Tabiat, hakîkîdir. Kültürün aslî bir dayanağı yoktur; o yüzden dayanıksızdır.
Kültür, üretilen bir şeydir; oysa Tabiat, üretir. Kültür de üretir ama ürettiklerini Tabiat üzerinden üretir: Tabiat olmasa kültür de olmaz: Kültür, varlığını Tabiata borçludur.
Tabiat, bir âyettir, işarettir; Kültür, bu âyetin, işâretin şifrelerinin çözülerek yok edilmesi sürecidir.
Tabiat ile Kültür arasındaki savaşı, görünüşte, Kültür kazandı.
Ama bu, insanın kaybetmesiyle sonuçlandı.
HİKMET'İN İZİNİ SÜRMEK...
Bu zafer, Descartes'ın “tabiatın efendileri ve hâkimleri olacağız» sözünde de ifade edildiği gibi, insanın, tabiat'ı teslim almasına ve kültürü, dolayısıyla kaosu hayatımıza hâkim kılmasına yol açtı: Tabiat “yapar”; Kültür, yıkar çünkü.
Kültür, aslî bir kurucu ilke'ye dayanmadığı, yapay ve arızî olduğu için sürekli olarak insanı her tür saldırıya açık hâle getirir ve tüketir her şeyi.
Yazıyı, sarsıcı bir aforizmayla noktalayalım: Kültür'ü sözlüklerimizden de, hayatımızdan da at/a/madığımız sürece insanlık, insanlık yüzü göremeyecek.
Ve Kültür, hayatımızda merkezî yerini korumaya devam ettiği sürece, insanlık, temel varoluşsal sorunlarının neler olduğunu bile anlamakta zorlanacak; dolayısıyla sulh ve sükûna, hak ve hakîkate, hukuk ve adalete dayalı bir medeniyet kurmayı başaramayacak; kaoslar, katastroflar ve türbülanslarla yaşamaya alıştırılacağız.
İyi de, nereye kadar?
“Biz” yeniden gelinceye ve yeniden Hikmet'in izini sürünceye kadar...
Söz'ün özü: İlim ve irfanın hâsılası olan Hikmet'e ulaşamadığımız sürece kaosun dünyasında debelenir dururuz, birbirimizle boğuşuruz bütün insanlık olarak.
Zira kültür, sahip olma güdüsüdür: İnsan'ı güder. Hikmet ise olma / kemâl merdivenlerini tırmanma cehdi ve gayretinin en ekmel noktasıdır. O yüzden İnsanın, kendini ve bu dünyayı aşmasına imkân tanır.
Hikmet, en iyi ifadesini Sünnet-ı Seniyye'de bulur. Sünnet-i Seniyye'yi terkeden insan Kültür'e mahkûm olur ve “tanrı” rolünü oynamaya başlar. Vesselâm.