Ahmet Arslan
Haluk Sağkaya
Hayatınızda günün herhangi bir saatinde, genellikle gece “canım sıkılıyor, gel beni al. Biraz mavra yapalım, hava alalım” diyebileceğiniz kaç arkadaşınız vardır?
Haluk Sağkaya benim için böyle birisiydi. Bir telefon tuşuna basma uzaklığındaydı. Aynı şekilde ben de onun için.
En ortak tutkumuz futbol olduğu için Galatasaray maçlarını izlerken maçın gidişatına paralel olarak Whatsapp’tan karşılıklı yorumlar yapar, içimizi boşaltırdık. Dünkü, İzlanda maçının başında bizim takımın oyunu çok kötü olunca “reis ne diyorsun” demek geldi içimden. Ama anlık depresif ruh halimi ona da yansıtmayım diye yazmak içimden gelmedi. Aynı şekilde o da bana yazmadı.
İyi ki yazmamışım, kadim dostum o saatte ruhunu teslim etmiş.
Bazı dostluklar, arkadaşlıklar için “ne zaman, nerede tanıştınız” diye sorulur.
Haluk Sağkaya için bu sorulara benim verebileceğim cevap yok. Ne zaman ve nerede tanıştığımızı bilmiyorum, hatırlamıyorum. Çok ısrar eden olursa da “Kalu beladan beri tanışıyoruz” derdim.
Ülkücülükten tanıştığımız muhakkak. Haluk, 12 Eylül gecesi darbeciler tarafından MHP Genel Merkezi’nde gözaltına alınan kişilerden birisiydi. MHP Ana Davası’nda yargılanmıştı. Ağır işkencelere maruz kalmıştı.
Yakın arkadaşlığımız ve dostluğumuz ise 28 Şubat’ta birlikte çalıştığımız DYP yanlısı Öncü gazetesinde başlamıştı.
O dönemde hem sürecin siyasi ağırlığının baskısı hem de gazeteyi yayınlayan şirket yöneticilerinin yavşaklığından ciddi şekilde bunalıyorduk. Haluk gazetenin İdare Müdürü, ben de Genel Yayın Müdürü’ydüm.
En bunalımlı günlerden birisinde odama gelerek, “reis birkaç gün Ankara’dan kaçalım” dedi. Her şey zaten çok hassas olduğu için “ya ne diyorsun. Gelince koltuklarımızı bulamayabiliriz. Bari izin falan alalım” dedim. Argo cümlelerle boş vermemizi söyledi. Ben de Yazı İşleri Müdürü olan arkadaşımı çağırıp, birkaç gün olmayacağımı, gazeteyi kendisinin çıkarmasını söyledim. Ayrıca sekretere de “arayan-soran olursa birkaç gün Ankara’da yokum” dedim.
Arabaya atladık, yola düştük, henüz nereye gideceğimiz bile belli değildi. “Bari eve gidelim de kıyafet falan alalım” dedim. “Boş ver, yolda alırız” dedi. Neyse ki o telaşede eşimi arayıp, kavga-gürültüyle şehir dışına çıktığımı haber verebildim.
Yola düştükten epey sonra, nihayet güzergâh belirledik ve Haluk’un ablasının Alanya’daki yazlığına gitmeye karar verdik.
Tatilden döndükten sonra koltuklarımızı kaybetmemiştik ama şirket yönetimindeki haramiler gazetenin haber müdürünün işine son verip, yerine PKK’ya müzahir birisini getirmişti. Durumu gözden geçirip, “sathi müdafaa yapmaya” karar vererek, mücadeleye devam ettik. Sonra topunun icabına baktık.
Haluk en bunalımlı ve sıkıntılı anlarımızda bile işi şakaya getirip, gerilimi azaltmasıyla ünlüydü. 28 Şubat’ta hakkımızda açılan yüzlerce davadan dolayı cezaevine girme tehlikemiz vardı. Böyle bir “yakın tehlikeye” rağmen hepimizin moralini muhafaza edecek şakalar yapardı. Çok argo cümleler kurduğu için burada örnek veremeyeceğim.
İlerleyen yıllarda mesai hayatımızdaki birlikteliğimiz sona erdi ama dostluğumuz hep devam etti.
Bir sürü vefasızlık ve hayal kırıklıkları yaşadı ama hayata tutunma ve dostlarını ihmal etmeme gayretinden hiç vazgeçmedi.
En son yaklaşık 10 gün önce oturup, uzunca bir süre dertleşmiştik. En kısa sürede tekrar buluşmak üzere vedalaşmıştık.
Demek ki son vedalaşmayı yapmışız.
Ama ben hala vedalaşamıyorum. Her an telefon çalacak ve “ya reis akşam oturalım” diyecek kadim dostumun sesini bekliyorum.
Bu beklentim uzun süre devam edecek gibi.
Allah rahmet eylesin değerli dostum. Hakkını helal et.