Ahmet Arslan
FETÖ’YE İLİŞKİN BİRKAÇ DÜZENSİZ NOT..
Uzun süredir FETÖ’deki gelişmelere ilişkin paylaşım yapmamıştım. FETÖ kaynaklarından derlediğim birkaç notu paylaşayım. Belki ilerleyen günlerde uzun bir analiz yazarım.
1-FETÖ’cüler gerek asker, gerekse sivil itirafçıların verdiği bilgilerden çok rahatsızlar. Bu sebeple itirafçıları gözü kapalı “kafir” ilan ediyorlar. Özellikle son dönemdeki ankesörlü telefon operasyonlarıyla ele geçirilen askerlerin yüzde 50’den fazlası itirafçı olmuş.
Bu arada FETÖ’den ayrılanların açtıkları sosyal medya hesaplarında önemli oranda artış var. Bu hesaplarda mümkün olduğu kadar FETÖ’nün gerçek yüzü anlatılmaya çalışılarak halihazırda bu menfur yapıdan kopmamışlara uyarılar yapılıyor.
2-Hem Fetullah Gülen hem de yakın çevresi son biri aydır tekrar “dua ve beddua seanslarının” artırılması çağrısında bulunuyor. 15 Temmuz’dan bu yana “bahar gelecek, güzel günler bizi bekliyor. Peygamber Efendimiz cezaevinde namaz kıldırdı. Yakında cezaevlerinin duvarları yıkılacak vs.” gibi hezeyanlarla tabanı tutmaya çalışan FETÖ, son bir gayretle tekrar “dua silahını” tekrar devreye alarak çözülmenin önüne geçmeyi hedefliyor.
Bu noktada dikkat çekici bir husus ise örgüt içinde “Mollalar” olarak bilinen gruptaki isimlerin “hasseten Fetullah Gülen için de dua edilmesi” için ısrarlı çağrılarda bulunmaları. Bunlardan ismini zikretmeyeceğim birisi “Yakınındaki vazifeli arkadaşlar ve doktorlar tedavisi için gerekli sebepleri hazırlarken, dünyanın her tarafına yayılmış sevenleri hiçbir şey yapamaz mı? Çok şey yapabiliriz. Hocaefendinin sağlığı için Cevşen, Tahmidiye, Tefriciye, Şifa Salavatı, Veysel Karanî'nin Münacatını okuyarak, bu niyetle hacet namazları kılarak Şafi-i Hakikî olan Rabbimizden sıhhat, afiyet, şifa ve uzun ömür isteyelim ki, Allah başımızdan eksik etmesin” ifadeleriyle tabanı duaya davet ediyor.
Teröristbaşı Gülen’in sağlık durumuna ilişkin herhangi bir bilgi sızmazken, şimdi durup dururken, “doktorlar görevlerini yapıyor. Biz de dua ederek üzerimize düşeni yapabiliriz” şeklindeki çıkarım, Pensilvanya Fahişesinin sağlığının ciddi anlamda bozulduğu şeklinde değerlendirilebilir.
Hece Dergisi Karl Marx'ı işlemiş..
Hece Dergisi Karl Marx özel sayısı hazırlamış. Henüz okuma fırsatı bulamadım, içeriğe ilişkin sosyal medyadaki paylaşımlardan az çok bilgi sahibi oldum. Başarılı bir çalışma, tebrik ederim.
Yurtdışındaki “Anti-Marksistler”, Marx ve Marksizm’i çok iyi biliyorlardı. Hatta Marksistlerden dahi iyi biliyorlardı. Raymond Aron, Karl Popper vs. gibi düşünürlerin hem Marksizm eleştirileri hem de bu bağlamda felsefe ve sosyal bilimlere olan katkıları emsalsizdir.
Ben Marx’ın adını küçükken babam arkadaşlarıyla sohbet ederken yarım yamalak duymuştum. Babam “Bir de Karl Marx diye bir kafir varmış” derdi. Ben bunu “Kral Marx” olarak algılardım ama “nerenin kralı olduğunu” bir türlü anlayamazdım.
Sonra ilk gençlik yıllarımızdaki “antikomünist donanımımız” Marx başta olmak üzere bütün Komünist ve Sosyalist düşünürlere kaba küfürlerle biçimlendi.
Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümüne başladığımda, temel motivasyonum derslerde Marksist öğretileri “yanlışlamaya” yönelikti. Öyle ki bu motivasyon sosyoloji öğrenmenin bile ötesine geçmişti. Batı’daki önemli düşünürlerin eserleri henüz Türkçeye çevrilmediği için bu konuda kaynak sıkıntısı da çekerdik. (1985 yılında Zeynep Aruoba tarafından çevrilen Max Weber’in Protestan Ahlakı ve Kapitalizm’in Ruhu’na can simidi gibi sarılmıştık). Bu sebeple klasik sağcı tepkilerin çok da ötesinde argüman geliştirmek zordu. Buna rağmen yeni yetme bir lisans öğrencisi olarak “Marksizm’i yanlışlama” gibi bir ukalalığa soyunmuştum. Yüksek Lisans sürecinde meselenin, hatta "tuzağın" farkına varmıştım ama bayağı da vakit geçmişti.
Demem o ki biz “sağcılar”, milliyetçi-muhafazakarlar, Marx ve/veya Markzism’i anlamaktan ziyade her fırsatta “yanlışlamaya, çürütmeye” çalıştık. Bu bağlamda çaba sarfedenlerin çoğu, Marksizm veya Tarihi Materyalizmin temel kitaplarını dahi okumadı. Hal böyle olunca da kimse Marx ve Marksizm’e ilişkin doğru dürüst bilgi ve kanaat sahibi olamadı.
Bunda hiç kuşkusuz Türkiye’deki Marksistlerin müptezellikleri, bu topraklara olan yabancılıkları Türk ve Müslüman olan ne varsa “kabulsüz düşmanlıkları”, Sovyetler Birliği, Çin, Arnavutluk vs. gibi ülkelerin ajanlığına soyunmaları, Lenin, Stalin, Mao, Enver Hoca ve Pol Pot vs. gibi 20. Yüzyılın en önde gelen katillerine yaptıkları güzellemeler, bunların öğretileri ve eylem biçimlerini kayıtsız şartsız benimsemeleri gibi hususlar çok etkiliydi. Şu anda İdris Küçükömer gibi bir bilim adamı ve Mehmet Ali Aybar gibi politikacı dışında Türkiye ile barışık başka bir Marksist aklıma gelmiyor.
Buna rağmen Türk Sağı, Marx ve Marksizm’i önemseyip, anlamaya çalışmalıydı. Toptan reddiyecilik yerine Karl Marx’ın kabul edilmesi mümkün olmayan görüşlerinin yanında insanlığın pek çok sorununa çözüm olabilecek yaklaşımları da gündeme getirilmeliydi, bunlardan yararlanılmalıydı.
Bu sebeple Hece dergisinin Karl Marx özel sayısını önemli buluyorum.