Müslüman toplumlar, modernliği anlamadan, modernlikle hesaplaşma çabası ortaya koymadan, fenâ hâlde postmodernliğe yakalandılar.
Müslüman toplumlardaki -bütün kesimlere mensup- «aydın” ve elitlerin, dünyada, coğrafyamızda ve ülkemizde yaşanan temel varoluşsal sorunları anlamakta zorlandıkları, “sapla samanı birbirine karıştırdıkları”, büyük bir zihnî ve ontolojik savrulmanın yaşandığı ürpertici bir zaman diliminde yaşıyoruz.
Oysa çağ'ı tanıyamazsanız, tanımlanmaktan kurtulamazsınız.
Çağ'ı tanıyamazsanız, çağ'ın ağlarından, bağlarından, zihin ve davranış kalıplarından, zihninizin çağdaş hurafeler çöplüğüne dönüşmesinden de kurtulamazsınız hiç bir zaman. Tanıyamadığınız bir çağ'ı değiştirme ve aşma iddiasında bulunmaksa abesle iştigal ermektir zaten.
KANDİNSKY'NİN ZİHİN AÇICI “VE” BAŞLIKLI MAKALESİ
Modern ve postmodern “aralık”ları içerecek şekilde çağımızı en iyi “tanımlayan” kişilerden biri soyut resmin en önemli isimlerinden Vassily Kandinsky'dir.
Kandinsky, 1955 yılında yazdığı «Ve» başlığını taşıyan bir yazısında, daha o zamandan, tığ gibi işleyen zekası ve öngörüsüyle modern ve postmodern duyarlıkları birbirinden ayıran temel kavramsal çerçeveleri çok iyi resmeder.
Üstad'a göre modernliğe “ya-ya da” (ya ben, ya o; ya biz, ya onlar) şeklindeki karşıtlaştırma hükmederken; postmodernliğe ise «ve» (yani ben ve o; biz ve onlar) anlayışı hükmünü icra etmeye başlamıştır.
MODERNLİK NE, POSTMODERNLİK NEREYE DÜŞER?
Modernlikte, “ayırma, uzmanlaşma, tek anlamlılığa, dünyanın hesaplanabilir ve kontrol edilebilir olmasına çabalama”;
postmodernlikte ise, “yanyanalık, iç-içe geçmişlik, çokluk, muğlaklık, bağlamın ve bağlantılılığın sorgulanması, değişmece, üçüncü yolu içerme deneyleri, sentez ve çift değerlilik” sözkonusudur.
Modernlikte düzen, kapalılık, tamamlanmışlık gibi tanımlayıcı ögeler hakimken; postmodernlikte düzensizlik, kaos, belirsizlik, açık uçluluk; sınırları ve sınırlılıkları sorgulama, aşma; sınırlara ve sınırlılıklara ilişkin bir yanılsama, muğlaklık; ve tüm bunların doğurduğu alakasız, birbirinden farklı ögeleri bir araya toplama çaresizliği ve geleceğe (ve geçmiş'e) duyulan korku egemendir.
HAKİKATİN YİTİRİLMESİ...
Modernlik, kendi terimlerimle ifade etmem gerekirse, “yaratıcı” ama tahripkardır; yıkıcıdır; hem ontolojik hem siyasî şiddete dayalı söylemler ve pratikler, hegemonya biçimleri üreterek varlığını sürdürmeye çalışır.
Postmodernlikse, tüketici, düzleştirici, her şeyi izafileştirici, mübahlaştırıcı, simülatif/yanıltıcı ve yanılsatıcıdır.
Modernlik unutmaktır. Postmodernlik, unutmayı unutmak.
Modernlik, dekadanstır. Postmodernlik, dekandansla dans: Kaygan zeminlerde patinaj yapmak yani.
Modernlik, hakikat'in yitirilmesidir. Postmodernlik, hakikat'in yitirildiği hakikatinin de yitirilmesi, hayatın çölleşmesi, insanın tüketen, tükettikçe tükenen, hız, haz ve ayarlılara yenik düşen, düşünme ve düş görme melekelerini yitiren, yalnızca duygularıyla tepki veren, histerik, insanaltı bir varlığa dönüşmesi.
Modernlik, açık hegemonya ve tahakküm biçimleri ve ilişkileri üretir: Örneğin sömürgecilik ve emperyalizm gibi.
Postmodernlikse örtük hegemonya ve tahakküm biçimleri ve ilişkileri üretir: Örneğin küreselleşme gibi.
Ulrich Beck, modernlikle postmodernlik arasıdaki ilişkinin mantığını özlü bir şekilde şöyle özetler: “Ve''nin (yani postmodernliğin) dünyasında yaşıyor ama “ya-ya da''nın (yani modernliğin) kategorileri ile düşünüyoruz” (Siyasallığın İcadı, İletişim, 1999: 61).
ÇAĞIN AĞLARINI, BAĞLAMLARINI VE KAVRAMLARINI AŞMADAN ASLÂ!
Görünüşte postmodern duyarlıkların ve söylemlerin hızla küreselleştiği; her şeye sirayet ettiği bir dünyada yaşıyoruz. Ama gerçekte yaşadığımız dünyada üretilen ve hakim kılınan pratikler modern zihin kalıplarının belirlediği pratikler.
Modernliği kavramakta zorlanan bir ülkenin “aydın”ları ve elitleri, modernlikten daha karmaşık özelliklere ve dinamiklere sahip olan postmodernliğin vaadlerini, zaaflarını ve imkanlarını anlamakta, elbette ki, daha da zorlanacak ve ayartıcı, cezbedici söylemlerin yanılsatıcı büyüsüne kapılarak, Bulunduğu Yer'i (daha yaşanabilir ve öz-güven vaadedici şekillerde tahkim etmenin yollarını araştırmak yerine) terketmekte bir sakınca görmeyecektir.
Oysa durdukları yeri bilemeyenler, nereye, nasıl gitmeleri gerektiğini de bilemezler.
Sözün özü: Konuşlandığınız yer, konuşmanızın içeriğini belirler; konuşmanızın dil'ini, yerini ve yön'ünü tayin eder.
Konuşlandıkları yeri bilemeyenler, bize, bizi sahil-i selamete çıkarak bir yolculuk armağan edemezler.
Sonuçta çağ'ı tanıyamadıkları için, sürekli tanımlanırlar. Ve çağ'ın ağ'ları, bağ'ları ve kavramları tarafından çıkmaz bir sokağa sürüklenmekten kurtulamazlar. Vesselam.
Ahmet Arslan
Çağ'ı tanıyamazsanız, tanımlanırsınız
01 Mayıs 2016, Pazar
Mayıs 01, 2016