Batılılar, çeyrek asırdır bütün stratejilerini yalnızca İslâm'ın yeniden tarih sahnesine çıkma girişimlerini durdurmak için geliştiriyorlar. Görebiliyor muyuz bunu? Hayır!
Niçin peki?
ÇAĞ KÖRLEŞMESİ: BATI'YA MAHKUMİYET, KENDİ'NDEN MAHRUMİYET
Modernliğin geliştirdiği dört asırlık meydan okumanın sonucunda bütün dinleri, medeniyetleri ya yok ederek ya da fosilleştirerek dize getirdiler ve bitirdiler. Yalnızca İslâm'ı dize getiremediler ve bitiremediler.
Yine bu yüzden yalnızca İslâm'ın insanlığın önünü açacak, insanca bir dünyanın kurulmasına imkân tanıyacak muhkem kaynaklara, hakikatten sistemen bir tarihî derinliğe ve herkese hayat hakkı tanıyan tek cihanşümul medeniyet tecrübesine sahip “güç” olduğunu çok iyi biliyorlar. O yüzden çeyrek asırdır yalnızca bizim üzerimize geliyorlar!
Zihnimizi iğdiş ve felç eden ufuksuz gazetecilerin ve çapsız akademisyenlerin söyledikleri gibi bizim coğrafyamızdaki doğal gaz ve petrol yataklarını kontrol etmek için değil. Yalnızca İslâm'ın, insanlığın önünü açacak uzun soluklu bir medeniyet hamlesi gerçekleştirebileceğini çok iyi bildikleri için.
Mesele budur!
Ancak Müslüman toplumların çok yakıcı bir sorunları var: İçinde yaşadığımız dünyayı da, kendi dünyamızı da bilmiyoruz. İkisinden de bîhaberiz. İkisine de derinlemesine nüfuz edebilecek zihnî berraklıktan mahrumuz. Bu sorun, İslâmî duyarlıklı çevrelerin de seküler kesimlerin de en temel varoluşsal sorunları.
İçinde yaşadığımız çağ, bizim kurduğumuz, bizim çağrı'mızın kurduğu bir çağ değil; içinde yaşadığımız çağ, bizim için devâsâ bir ağ yalnızca.
İçinde yaşadığınız dünyayı tanıyamazsanız, tanımlanırsınız sadece.
Dünyayı değiştirmek için, içinde yaşadığınız çağı tanımak ve kendi referans sisteminiz çerçevesinde nasıl değiştirebileceğiniz yakıcı meselesi üzerinde kafa patlatmak zorundasınız.
İçinde yaşadığınız dünyayı tanımadan, bu dünyayı ne'yle, niçin ve nasıl dönüştürmeniz gerektiğini de, bu dünyaya ne'yi, nasıl ve niçin söylemeniz gerektiğini de aslâ bilemezsiniz.
Kısaca, bir çağ körleşmesi sorunu yaşıyoruz. Çağ körleşmesi, bütün insanlığın Batı'ya mahkumiyeti ve bütün insanlığın kendinden / kendi dünyasından mahrumiyeti şeklinde tezahür ediyor.
Tam da bu nedenle, dünyanın bütün kültürlerine, birikimine ulaşabilecek durumdayız ama İslâm da dâhil hiçbirine ne'yse o olarak nüfuz edebilecek durumda değiliz.
İnsanlığın başına gelen en büyük felaket bu: Çağ körleşmesi yeni semantik intihar. Dil'in, yer'in ve yön'ün yitirilmesi: İnsanlığın ontolojik yok oluşun eşiğine sürüklenmesi.
KAYNAKLARA NÜFUZ SORUNU
Bir din'in hayat bulmasının, hayat olmasının ve hayat sunmasının yegâne yolu, o dinin hem vasatına, hem de vasıtalarına nüfûz etmeyi mümkün kılabilecek bir medeniyet fikrine kavuşturulmasından geçer.
Medeniyet fikri, bir dinin sunduğu hayat'ın hayat damarlarının yeniden canlanmasının, yeniden hayatiyet kazanmasının yegâne yoludur. Zira medeniyet fikri, bir dinin -ya da din-dışı bir düşüncenin- varlığa, hakikate ve eşyaya ilişkin bütünlüklü bir tasavvur geliştirebilmesinin en münbit kaynağıdır.
İşte tam bu noktada cevabını bulmak için kafa patlatmamız gereken yakıcı soru şu: Şu ân içinden geçtiğimiz çağ körleşmesi çağında, bizim İslâm'a, İslâmî kaynaklara tam olarak nüfûz edebilmemiz mümkün müdür?
Mümkün değildir. Çünkü içinden geçtiğimiz çağ körleşmesi sorunu, daha önceki insanlık çağlarında yaşanmamış, insanlık tarihinde ilk defa yaşadığımız ve bütün insanlığın kendi kaynaklarıyla doğrudan ve doğurgan irtibat kurabilmesini imkânsızlaştıran büyük bir felâkettir. İnsanlığın başına böyle bir felâket gelmemiştir.
İşte bu nedenle, Müslümanların da, Hinduların da, Budistlerin de, Taoistlerin de kendi kaynaklarına nüfûz edebilmelerini imkânsızlaştırabilecek bir semantik intiharla karşı karşıya insanlık.
NÜFUZ SORUNUNUN ÜSTESİNDEN GELEBİLMEK İÇİN
Peki, kaynaklara nüfûz edebilme sorunun üstesinden nasıl gelinecek?
Bunun iki temel yolu var: Birincisi, içinde yaşadığımız çağın, bütün insanlığı kendi ağlarına, bağlarına, bağlamlarına bağlayan, kavramlarına mahkûm eden bir çağ körleşmesi felâketiyle insanlığı başbaşa bıraktığı yakıcı gerçeğinin görünür-görünmez bütün boyutlarıyla kavranmasıdır.
İkincisi de, bu çağ körleşmesi sorununu, çağın ağlarından ve bağlarından kurtularak aşma yolculuğuna soyunabilme çabası ortaya koyabilmektir.
Bu anlamda, şu aşamada, Müslümanların dışındaki dinlerin hiç birinin kendi kaynaklarına nüfûz edebilecek esaslı yolculuklara çıkabilmeleri pek mümkün görünmüyor. Bunun en temel nedeni, bunların, din bile olsalar, aslında, tarihî, tarihin belli dönemlerinde beşer tarafından üretilmiş -elbette ki, nice değerli, bilgece ve yüksek hakikatlere sahip- beşerî ve tarihin ürünü gerçeklikler olmalarıdır.
Yalnızca İslâm, tarihle kayıtlı ve sınırlı olmayan, bütün zamanları ve mekânları aşabilecek, kökleri Hz. Adem'e kadar gidebilen, bir yandan tarih-ötesi boyutu olan ama öte yandan da belli bir tarihî yoruma ve tatbikata imkân tanıyan ve inkişâf ettirilmesi mümkün olabilen ilâhî-beşerî boyutları aynı anda mezceden ilâhî-nebevî bir mirasa sahiptir.
Ancak Müslümanların, esas itibariyle ilâhî kaynaklı mirasla kurdukları ilişki, son iki asırdan bu yana yaşadığımız çağ körleşmesinden ötürü büyük ölçüde beşerî ekseni harekete ve hayata geçirerek kurulmaya çalışılan marazî bir ilişkidir.
O yüzden de, kök-kaynakla kurulmaya çalışılan her ilişki, son kertede, çağın beşerî ağlarından ve bağlarından arınmaksızın, nebevî kaynakla irtibat kurulmaksızın gerçekleştirilen bir ilişki olduğu için, İslâm medeniyetinin bütün kaynaklarıyla kurduğumuz ilişkiler hep arızî ve sürekli arıza üreten marazî ilişkiler şeklinde tezahür ediyor ve bizim kendi kaynaklarımızla bile doğrudan ve doğrudan olduğu için de doğurgan bir irtibat kurabilmemizi her dâim zorlaştırıyor.
Kendi kaynaklarımızla irtibat kurmamızı engelleyen en büyük açmaz, bizim çağ körleşmesi yaşamamıza yol açan, Batı uygarlığının bizatihî kendisinin varoluş temellerini epistemolojik algılama biçimleri, epistemolojik olanı ontolojikleştirme marazî çabası üzerine inşa etmiş olması ve bütün dünyaya da bu tek-boyutlu, yalnızca bilgilenmeye dayalı (bilgilenmeyi de gücü, güç üreten araçları geliştirmeye ve putlaştırmaya endeksleyen) kavrama biçimini dayatmayı başarmış olmasıdır.
En temel varoluşsal meselemiz bu. O yünden bu mesele üzerinde kafa patlamayı sürdüreceğim.
Ahmet Arslan
Çağ körleşmesi ve “nüfuz” meselesi
14 Kasım 2015, Cumartesi
Kasım 13, 2015