Ahmet Arslan
Bulgaristan Büyükelçiliği'ndeki tek kişilik kokteyl
Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın başına gelenler beni yıllar öncesinde Bulgaristan Büyükelçiliği’ndeki “tek kişilik kokteyle” götürdü.
Bilindiği gibi Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı ülkesinin İstanbul Başkonsolosluğuna girdikten sonra çıkamadı. Reuters’in haberine göre Kaşıkçı Konsolosluk’ta öldürüldü ve cesedi parçalanarak dışarıda bir yerlere atıldı.
Kaşıkçı’nın en son görüştüğü kişilerden AK Parti Genel Başkan Danışmanı Yasin Aktay’ın anlatımına göre, Arap gazetecinin “başına bir şey geleceği hususunda” çeşitli tereddütleri varmış. Ama İstanbul’da pek bir şey olamayacağı gibi bir rahatlık içindeymiş. Yine de “olağandışı bir şeyler olabileceğini” hesaba katarak, birkaç saat içinde dışarı çıkamadığı takdirde, nişanlısına Yasin Aktay’ı aramasını söylemiş.
Yasin Aktay, Kaşıkçı’nın içeriden çıkmadığını öğrenip, Ankara’daki Büyükelçiyi aramasına kadar, “iş işten geçmiş” olmalı ki herhangi bir sonuç alınamamış.
1980’li yılların sonuna doğru, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri Mihail Gorbaçov’un uyguladığı “glasnost” politikaları, Doğu Bloku ülkelerinde ciddi değişimler yaratıyordu. O dönemde Sovyetler Birliği, Bulgaristan, Doğu Almanya ve Çin’in Ankara’daki Büyükelçiliklerinden bazı diplomatlar sık sık Yeni Düşünce gazetesine ziyarete geliyorlar; hem Türkiye’nin hem de Türk Milliyetçilerinin “gelecek perspektifini” öğrenmeye çalışıyorlardı.
Bu oldukça manidar bir durumdu. Kısa bir zaman öncesine kadar “karşılıklı düşman olan” kişiler oturup çay-kahve içiyorlardı. Zaman geçtikçe bu ziyaretler oldukça sıklaştı, hatta diplomatlar randevu falan almadan “geçiyorken uğradık” moduna girmişlerdi.
“Başımıza bir şey gelmesin diye” durumu rahmetli Türkeş’i ilettik. Rahmetli, “korkmayın, ne konuştuklarını dikkatlice dinleyin. Hangi konularda soru sorduklarını, nelere yoğunlaştıklarını not alıp, Dışişleri Bakanlığına gönderin” dedi.
Biz de aynen Rahmetlinin dediklerini yaptık.
Neyse daha fazla detaya girmeyeyim. Ziyaretimize gelenlerden birisi Bulgaristan Büyükelçiliğinde Müsteşar olarak görev yapan Valeri isimli birisiydi. Türklere büyük zulüm yapan Todor Jivkov devrilmişti ama komünist yönetim hala işbaşındaydı.
Jivkov’un Devlet Başkanı olduğu dönemde, Türklere yapılan zülüm dolayısıyla yaptığımız yayınlardan dolayı Yeni Düşünce sorumlularına ilişkin Bulgaristan’da çeşitli soruşturmalar açılmış, hatta gıyabi tutuklama kararları verilmişti. Üstelik her hafta iki-üç bin gazeteyi kaçak yollarla Bulgaristan’a sokuyor, oradaki Türklere ulaştırıyorduk.
Yani Bulgaristan Büyükelçiliği Müsteşarı ile aramızda garip bir durum vardı.
Müsteşar Valeri haftada iki-üç gün gazeteye uğruyor, bizimle çay-kahve içiyordu. “Merak ettiği soruları” yöneltiyordu. Biz de “kendimizi adeta diplomat sayarak” cevaplar veriyorduk.
Türkler olarak çok çay içtiğimiz için, ister istemez misafirlere de ikram ediyoruz. Ortalama 10 dakikada bir çaya ocağını arayarak odada kaç kişi varsa, o sayı kadar çay, ara sıra da Türk kahvesi söylüyoruz.
Doğu Bloku mantığı bunu “çok büyük bir ikram gibi” görüyor.
Neyse aylar sonra bu Valeri bana, “Ahmet bey bana çok büyük ikramlar yapıyorsunuz. Ben de size Büyükelçilik’te kokteyl vermek istiyorum” dedi.
Şaşırdım tabi. O zamana kadar çeşitli ülkelerin milli günlerinde, büyük bahçelerdeki kokteyllere katıldığım için “tek kişi için nasıl bir kokteyl verileceğine” anlam veremedim.
“Bakarız, ederizle” savuşturmayı denedim.
Valeri ısrar etmeye başlayınca, tabiatıyla Jivkov dönemindeki soruşturmalar ve gıyabi tutuklamaları gözönüne alarak “girip de çıkamamak tehlikesi” ön plana çıkmaya başladı. Durumu kendisine açıkça söyledim.
Bana kati sözler verdi. Jivkov döneminde açılan soruşturmaların kapatıldığını, hatta bu soruşturmaları açanların da cezalandırdığını falan söyledi. Evet, Jivkov gitmişti, Komünist Parti işbaşında olmasına rağmen yeni bir yönetim gelmişti. Ama insan ister istemez korkuyordu.
Rahmetli Türkeş’e giderek durumu aktardım. Rahmetli Türkeş, Doğu Bloku’nun yıkılacağını öngördüğü için bu ülkelerle yeni dönemde ilişkilerin iyi tutulmasına önem veriyordu. Benzer tereddütlere sahip olmasına rağmen, “evladım git. Ama gitmeden önce hangi saat diliminde elçilik binasında olacağını MİT ve Dışişleri Bakanlığına bildir. Böyle bir bilgilendirmeyi yaptığını da seni davet eden kişilere söyle. Eğer kötü bir niyetleri varsa bile vazgeçerler” dedi.
Valeyi’yi arayarak durumu söyledim.
Neyse korka korka Bulgaristan’ın Ankara’daki Büyükelçiliği’ne gittim. Beni demirli küçük bir penceresi avluya açık taş bir odaya aldılar. Demir bir masa ve yine demir iki sandalye vardı odada. Odanın boyaları yer yer dökülmüştü.
Biraz bekledikten sonra Valeri geldi, “hoş geldin” falan dedi. Biraz muhabbet ettik. “Kokteyle geçelim mi” dedi. Nasıl bir kokteyl olacağını merak ediyordum, “geçelim” dedim. Telefonla bir şeyler falan konuştu. Sonra garson sandığım birisi bir kâse beyaz leblebi ile bir şişe kola getirdi, sehpaya koydu. (Bu arada sehpa da demirdendi.)
“Buyurun, afiyet olsun” dedi. Ben “siz de buyurun” dedim. “Hayır bu kokteyl size özel” dedi.
Kısa bir süre sonra şişe kolanın kapağının açılmamış olduğunu anladık. Valeri telefonla açacak istedi. Ama bir türlü açacağı bulamıyorlardı. Valeri mahcubiyetten kan-ter içinde kalmıştı. Ben hala korkuyordum ama “mezarlıkta ıslık çalarcasına” kendimi rahatlatmak için “ya Valeri panik yapma, açacak önemli değil, şişeyi bana ver” dedim ve kalorifer peteğinin kenarıyla şişeyi açtım. Hatta gülerek “bir bardak getir de kolanın yarısını sana vereyim” dedim.” (Bulgar bir diplomatın çay ikramını gözünde büyütmesi ile kokteylin beyaz leblebi ve bir şişe koladan ibaret olmasını o dönemdeki komünist ülkelerin fakirliğine vurgu yapmak için aktarıyorum.)
Valeri benim “diplomatik bir kokteyldeki rahatlığıma” çok şaşırarak, güldü ve “siz Türkler ne kadar pratik zekalı insanlarsınız” dedi.
Bir şişe kola ve küçük bir kâse beyaz leblebiden ibaret olan kokteylim yaklaşık iki saat sürdü. Sonra vakti hatırlattım ve zamanında çıkmazsam sıkıntı olabileceğini belirterek vedalaştım ve Büyükelçilik’ten ayrıldım.
Bulgaristan Büyükelçiliği’nde alıkonulur muydum, bilmiyorum ama aldığımız tedbir nispeten de olsa beni rahatlatmıştı.
Eğer Cemal Kaşıkçı, Başkonsolosluğa girmeden önceki irtibat ve iletişim bilgilerini Suudi yetkililere bildirseydi belki de başına bu meşum hadise gelmeyecekti.